Efes Antik Kenti Üzerine

Antik eserleri ve iyon uygarlığını yerinde görmek ve Akdeniz güneşini yerinde duyumsamak gerekmektedir. İnsanlık 2500 yıl önce bu dünyadan ne büyük bir uygarlığın gelip geçtiğini hayranlıkla izlemektedir. Efes dünyanın en büyük ve en önemli harabelerinden biri. Defalarca gittim, kaç defa gitmişsem her seferinde yeni bir şeyler gördüğüm ve öğrendiğim bir kenttir. Antik kentler ve antikite eserleri mimarlığın klasiklerini meydana getirir. Her defasında bellek yeni bir çizgi kaydeder, yeni bir bilgiyi tanıdık kılar. Gezmek, görmek, seyahat etmek yaratıcı dünyamızı zenginleştirir, her zaman güvenemeyeceğimiz yargı yetimize doğru standartları kazandırır; muhakeme, karşılaştırma ve eleştirme yetilerimizi geliştirir. Gezmek görgümüzü artırır ve kendimizi yetiştirmemizi sağlar çünkü farklı coğrafyaları görmenin birey üzerinde eğitici öğretici aydınlatıcı görevi bulunur. Arkeoloğun kurgusu veya anlatısı harabeleri ya zamansız-mekânsız bağlamlarından koparılmış müze nesneleri gibi bir buluntular zinciri olarak algılamamızı sağlar ya da antik dünyayı fazlasıyla kendine has zamanıyla kendine özgü anlatısı içinde kavrarız. İnsan Efes antik kentinde yürürken gündelik zaman ve mekândan öylesine kopuyor ki doğanın gücünü içinde hissetmeye başlıyor. Bu antik harabelerin her biri basamakları çıkmaya, sütunların yivlerine dokunmaya ve taşlı mermer kaldırımlarda bedeni topoğrafyaya uymaya çağırmaktadır. Kendi seyahatlerine ve mimarlık yapıtlarına antik dünyanın zamanını nakletmek isteyen çok sayıda seyahat eden mimar vardır: Le Corbusier, Louis Kahn ve Robert Venturi bu mimarlardandır. Nasıl ki Doğu gezisinde modern mimarlığın öncülerinden Le Corbusier İstanbul’un mimarisinde Enis Kortan’ın “Le Corbusier’in Gözüyle Türk Mimarlık ve Şehirciliği” kitabındaki deyimiyle “saf, yalın, elementer” geometrik formların arketip de denilebilecek ilk örneklerini, silindirleri, küpleri, prizmaları, tam ve yarım kubbeleri, konileri kısacası geometrinin değişmeden kalan özünü, asal geometriyi ve matematiksel düzeni keşfetmiştir; antik harabelerde de mimarlığın kökenindeki arketipleri keşfe çıkılır.
Antik kentleri yürüme hızında deneyimleriz; yürüme hızındaki algımızda, Efes örneğinde, tek bir yürüyüş aktivitesinin mimarlığın engin sınırlarını daha da genişlettiğini ve bu sınırların arkeolojiye ve sanat tarihine dayandığına tanıklık etmekteyiz. Frédéric Gros “Yürümenin Felsefesi” kitabında “Bedenimizi yürümekle doğanın muazzam gücüyle doyurmalıyız. Yücelikler bedeni doyurur. Yürümek bizi alıp yaşamın düşey eksenine koyar” yazmıştır. Yürümenin keşfettiği antik kentler dün, bugün ve yarın arasında köprüler kurarak uzlaşı sağlamaktadır. Tiyatrodan limana baktığımızda, Belediye Sarayı’ndan Kuretler’e baktığımızda ve Herkül Kapısı’ndan kütüphaneye baktığımızda bir bütünsellik, uyum ve muhteşemlik hakimdir. İnsan, Celsus Kütüphanesi gibi insan elinin ve emeğinin en yoğun olduğu bu eserlere bakmaktan keyif alıyor. İyon uygarlığının ve iyon düzeninin kökenini temsil eden dünyanın yedi harikasından biri Artemis Tapınağı da burada bulunmaktadır. Efes’te üç mimarın hüküm sürdüğünü görüyoruz: Bilimsel kentçiliği başlatan Hippodamus, Celsus Kütüphanesi mimarı Vitruoya ve Artemis Tapınağı’nın mimarı Chersiphon ve oğlu Metagenes. İyonyalılar kendi sade İyon düzenlerini kurmuşlardır. Bu sütunlar yere doğrudan oturtulmayıp altlarında kaide vardır, sütunun üstünde dört köşeli başlık vardır. Her yer heykellerle süslense de en güzel heykeller kütüphanenin önünde, agorada ve tiyatronun dış cephesinde vardır. Zengin liman kenti Efes, Asya eyaletinin başkenti, Asya’nın ticaret ve bankacılık merkezidir, Panayır Dağı etrafındaki Kutsal Yol’un başlangıç noktasıdır. Efes hem Panayır Dağı’na hem de Bülbül Dağı’na dayanmaktadır. Kutsal Yol Prytaneion denilen Belediye Sarayı’na çıkar. Şehrin nüfusu Roma İmparatoru Augustus’un döneminde 200.000’dir. İyonya’nın Perslerle savaşan on iki kentinden biridir. Efes kentinde 4. İncilin yazıldığı St. Jean kilisesi vardır, Efes Hristiyanlık tarihinde önemli bir kenttir. Sabahattin Türkoğlu’nun “Efes’in Öyküsü” kitabında belirttiği gibi, Efes “Anadolu’nun batıya açılan kapısıdır”. Efes’te yukarı kent Akropol’ün aksı denizden tepeye doğru uzanmaktadır. Akropol kentin en yüksek noktasına inşa edilen ve tapınakları barındıran bir içkaledir. M.Ö. 5. Yyda Akropoller içinde barınılmayan, etrafı çevrili, bir kuşatma sırasında halkın sığınarak kentini savunduğu bir alandır. Efes’in kapıları: Doğu kapısı Magnesia giriş kapısı, liman kapısı ve kuzeyden İzmir kapısıdır.
Efes’te onu yöneten imparatorlar adına yapılan birçok tapınak bulunmaktadır. Her tapınakta tanrıça heykelinin ve tapınağın kült objelerinin bulunduğu kutsal kabul edilen sadece rahiplerin erişebildiği naos denilen bir oda ve kurban kesilen, adak adanan, armağanların konulduğu altar bulunurdu. Artemis bereket tanrıçasıdır, Zeus’un kızı, Apollon’un ikiz kız kardeşidir, doğu motifleriyle süslü uzun bir elbise giymiştir. Artemis kültünün kaynağında Androklos’tan önceki Kybele denilen tanrıça vardır. Efesliler Artemis’ten başka, denizle gelen tanrıları da benimseyerek Serapis ve İsis için tapınaklar inşa etmişlerdir. Efes kentinin kuruluşunu Androklos’a da Büyük İskender’in generali Lysimakhos’a da götürenler bulunmaktadır. Celsus Kütüphanesi önünde Androklos’un anıtının bulunması kentin kurucusunun Androklos olduğunu doğrulamaktadır. Androklos kenti güzelleştirmiştir, krallığının topraklarını genişletmiştir, kentin yaşama koşullarını iyileştirmiştir fakat Priene’ye yardım için Karyalılarla savaşırken yenilmiştir. Androklos ilk Efes kentini kalenin bulunduğu tepede ve deniz kenarında kurmuştur. 
Efes’in öyküsü farklı pek çok öyküyü bir arada barındırmaktadır. Lidya kralı Krezüs hakkındaki öykü şöyledir. Efesliler bir sabah uyandıklarında etraflarının Lidya askerleriyle çevrili olduğunu görmüşlerdir. Kurtulmanın tek çaresi vardır Lidyalıların da çok saygı duyduğu Artemis Tapınağı’nın 1330 metre uzağında kalan kentin dokunulmazlık alanına yerleşmek. İşte Krezüs Efes halkını bu dokunulmazlık alanında yaşamaya zorlamıştır ve Efesliler uzun yıllar Lidyalılara vergi vermişlerdir. Tiran Bloson’un büyük oğlu diyalektik felsefenin kurucusu “Bir nehirde iki kez yıkanılmaz” diyen yaşamına ilişkin pek çok bilgiyi Diogenes’ten öğrendiğimiz, her şey değişirken değişmeden kalan logos fikrinin yaratıcısı, M. Ö. 540 civarında Efes’te doğmuş büyük filozof Herakleitos’tur. Herakleitos St. Jean kilisesi yakınlarında doğmuştur. Herakleitos M.Ö 575-535’de politik gerekçelerle Artemis Tapınağı’na sığınmıştır. Tutumluluğu öğütleyen ve lüks hayattan kaçınan Herakleitos’a göre her şey her an değişim içindedir, varlıklar karşıtların birliğinden meydana gelir ve her şey karşıtına dönüşecektir. Savaş kazanan Pers kralı Darius, Herakleitos hayranlığı sebebiyle diğer kentlere zarar vermesine rağmen bir tek Efes’e hiç dokunmamıştır. Herakleitos döneminde Efes en parıltılı bilim ve sanat dönemini yaşamıştır. Hipponaks ve Kallinos adlı Efesli şairler de bu dönemde yaşadılar. Bilindiği gibi, Efes’te Felsefe Okulu, Afrodisias’da Güzel Sanatlar Akademisi ve Milet’te Thales’in çizgisel geometriyi bulduğu Matematik Okulu bulunmaktadır. Herakleitos döneminde bilim, sanat ve edebiyatta çok ilerlenmiştir. Lysimakhos İskender’den sonra Trakya kralı olmuştur, bu öyküye göre de limanın sivrisineklerle dolması sonucu sıtma tehlikesi baş göstermişti ve Lysimakhos M.Ö. 300 yılında yeni kenti Panayır Dağı ile Bülbül Dağı arasındaki vadiye, deniz kenarına kurmak istiyordu. Kimse gidip bu yeni kente yerleşmemişti bunun üzerine Lysimakhos yağmurun çok yağdığı bir gün kanalları tıkayarak sel baskınına neden olmuş Efesliler bu nedenle yeni kente yerleşmişlerdi. Efes tarıma elverişliliğiyle, verimli topraklarıyla, Akdeniz ikliminin ve coğrafyasının güzelliğiyle hele hele liman kenti olması nedeniyle Lidyalıların ve Perslerin tehdidi altında yaşamışlardır. 

YORUM EKLE

banner90