Türk
Edebiyatında baba oğul yazar ve şairlerinin sayısı hiç de az değildir. Armut
dibine düşecek elbette.
Oğulların, ünlü babalarının kulvarında
ilerlemeye çalışması kolay mıdır bilemem; ancak birçoklarının babalarının
gölgesinde kaldıklarını ve sorunlar yaşaklarını söylememiz zor olmasa gerek.
Mevlana,nın oğlu Sultan Veled, Türk şiirinin önemli adlarından biridir. Ama
adı şairlikte, babasının adının yanına bile yaklaşamaz.
Åžairimiz Fuzuli,nin bir oğlu vardır:
Fazlı
Fuzuli, oğlu FazI
(erdem) in de çalışkan ve başarılı olması için çok uğraşmış. Ama oğul “Vermeyince mabut neylesin Mahmut” dediklerimizden olunca şairlerden biri
Farsça:
«Fazlî peder-u püser fuzûli» yani, asıl erdemli olan babası, oğlan tamamen
fazlalık, mısraını söyleyivermiş.
Babasının gölgesinde kalan oğullardan biri de Namık Kemal,in oğlu Ali
Ekrem Bolayır,dır. Namık Kemal,in vatan, millet, özgürlük gibi kavramlarla
Bâis-i
şekvâ bize hüzn-i umûmîdir Kemâl
Kendi derdi
gönlümün billâh gelmez yâdına
(Åžikayet ettiğimiz konular bize
geneldir/ Billahi kendi gönül derdimi anımsamam.)
Diyen şairin oğlu, babasının tersine sanat
için sanat anlayışıyla şiirler yazmıştır.
Tanzimat döneminin bir başka usta kalemi
Recaizade Mahmut Ekrem,in oğlu Ercüment Ekrem
de edebiyata gönül verenlerdendir. Ercüment Ekrem de edebiyatımıza anı, roman ve öykü türünde 20den fazla eser
vermiş olsa da nedense babası kadar
bilinen bir yazar olamamıştır.
Baba gölgesinde kalan oğullar Cumhuriyet
döneminde de edebiyatımızda boy göstermişlerdir.
Üvey de olsa Mehmet Fuat ile Nazım bu
açıdan oldukça özel bir örnektir. Çünkü Mehmet Fuat, annesi Piraye Hanım,ın yaşadıklarının en yakın
gözlemcisidir. Büyük şairle topu topu altı yıl
birlikte yaşamış olsa da ondan son derece etkilenmiştir.
Karşı yaka
memleket
Varna' dan sesleniyorum
İşitiyor musun Memet
Durmadan akıyor Karadeniz
Deli hasret sana sesleniyorum oğlum
İşitiyor musun Memet
Timur Selçuk,un ezgilerini her dinleyişimde
“oğul “sevgisini içimde bir kez daha harlatan bu çaresizlik dizelerini
kuşkusuz Nazım, Öz oğlu Mehmet Nazım
için yazmıştır. Ama Mehmet Nazım da resim sanatını, kendi yaşamının ana ekseni
yapmış bir oğuldur.
Samih Rifat, Türk Edebiyatının en değerli çevirmenlerinden
biriydi. Bizim kuşak onu özellikle Yazko
Çeviri dergisindeki René Char, Jaquues Prévert, Paul Valéry, Kavafis gibi ozanlardan
yaptığı çevirilerle çevirilerinden iyi tanıdı.
Samih Rifat aslında bir fotoğraf
sanatçısı ve belgesel film yapımcısıydı da. Ama adı nedense sanat dünyasında
hep ikinci planda kaldı. Daha önceleri Samih Rifat,ın bu durumunda babası Garip
şiirinin ustası Oktay Rifat,ın etkisi nedir diye düşünmüş müydüm anımsamıyorum.
Geçen gün değerli arkadaşım Serap Özbay, Yapı
Kredi Yayınlarından bir kitap tutuşturdu elime: “ Çocuğu Anlat Bana” . Kitap, Samih Rifat,ın ölümünden sonra yayımlanan
şiirleriydi.
Åžiir denince önümü iliklerim. Herkes şiir
yazdığını söyler; ama her şiir diye önüme sürülenin şiir olmadığını çok iyi
bilirim.
Åžiir
bir duyarlılık işi her şeyden önce. Sözün özü, şah damarı; sözün fettanı, en
zekice söylenmişi.
Kişi
şairim diyebilmek için kozmosu anlamalı ve ağır işçi olmayı peşinen kabul
etmeli.
Bilmeli
ki şiir kuma sevmez. Åžair şiiri yaşam bellemeli.
Böylesine
amansız bir uğraşta babalar oğullarına ne verebilir ki?
Oktay Rifat ezberimde şiirleriyle yaşayan
bir ozan.
Bin Kılıkta dolaşır o, bin yüzle yürür,
Kuşla uçar gökte, Akçıl bulutla geçer
Başak tutar maysıla, öter bir avaza
Cırcır böcekleri ile güneşli ovada
Bir makasla biçer de biçer de zamanı,
morumsu
Gündüzleri yeşilimsi akşamlar dikinir.
Daha öğrencilik yıllarımdan belleğime yerleşen dizeler bunlar.
Samih Rifat,ı okurken bir ara Oktay Rifat,ı aradığımı fark ettim. Ürktüm
kendimden. Aklımdan Babasının gölgesinde kalmış nice oğul geçti. Kimi sanatçı,
kimi devlet adamı, kimi sporcu... Birçokları, ünlü babaların oğullarının, daha
geniş olanaklarla yetiştiklerini düşünür. Bu belki de doğru bir saptamadır; ama
hep babalarıyla kıyaslanan ve onların gölgesinde kalan oğulların işinim de pek
kolay olmadığını söylemek gerek.