Ben “aranjman” denilen şarkılarla 60,lı yılların sonunda tanıştım. Bu şarkılar, Batılı şarkıcıların ünlendirdiği şarkıların Türkçe sözlü biçimleriydi. Adamo, Marc Aryan, Johnny Hallyday, Sacha Distel, Peppino di Capri, Mina ve Patricia Carli gibi şarkıcıların Türkçeleştirilmiş şarkıları biz yabancı dil bilmeyen gençlerin dilinden pek düşmezdi. Aşklarımızı bu romantik şarkılarla dillendirir, sevdiklerimizle bu şarkılar eşliğinde dans ederdik.
70,li yıllarda da sürdü bu akım. 20,lı yaşlarımızda da biz o şarkıları dinleye devam ettik:
“ Bana yalan söylediler, kaderden bahsetmediler
Hani benim sevdiklerim, hasret gider ben giderim...”
Melankolik zamanlarımdan biri olmalı. Semiramis Pekkan,ın söylediği bu şarkı dilime yerleşivermişti. Yine o aralarda dinlediğim yabancı bir şarkıyla Semiramis Pekkan,ın söylediği şarkının ezgisinin benzerliği dikkatimi çekmişti. İngilizce bilmediğim için adamın ne dediğini anlamıyordum; ama gitar muhteşemdi.
“The Gypsy”
I'm just a gypsy who gets paid
For all the songs that i have played
yani “Çingene”
“Ben sadece payını alan bir çingeneyim.
Çaldığım tüm şarkılar için”
İki şarkının tek ortak yanı ezgiydi.
Jose Feliciano,yu tanımaya böyle başladım. Yaşam öyküsü oldukça ilginçti. Porto Ricoluydu. Doğuştan kördü. Çok çocuklu bir ailenin çocuğuydu. Küçük yaşta oyalansın diye eline gitar tutuşturmuşlardı. Aşık Veysel,imizin yaşamöyküsüne ne kadar da çok benziyor değil mi?
O zamanlarda da Aşık Veysel,in türküleri neden başka ülkelerde dilden dile dolaşmıyor, diye düşünmüş müydüm, anımsamıyorum.
Sonra birçok şarkı dinledim ondan: “Light My Fire”, “Che Sera” , “Feliz Navidad”, “California Dreamin”, “Destiny”, “Affirmation”, “Ay Carino”, “Ponte a Cantar”
Ve “Rain” yani yağmur...
Åžimdi Yatağan Termik Santrali içinde kalan topraklarda tarlalarımız, bağımız, bahçemiz vardı. Babam, arazimizin bir köşesine bir bağ evi yapmıştı. Yazbahar ucunda önü asma çardaklı, kuyulu bu eve göçer, eylül sonuna dek burada yaşardık.
Radyosu, teybi, plak çaları olan pilli bir müzik kutum vardı. Bir yerlerden bulup buluşturduğum plakları, kasetleri tekrar tekrar dinlemeyi çok severdim.“Rain” yani “Yağmur”u da o evde o müzik kutusu sayesinde dinledim.
Listen to the pouring rain
Listen to it pour
And with every drop of rain
You know i love you more.
Let it rain all night long
Let my love for you go strong
"Yağmurun sesini dinle
Yağmurun yağan her damlasında
Seni daha çok seviyorum
Bırak tüm gece yağsın
Bırak sana olan aşkım büyüsün”
Okulda Tevfik Fikret,in “Yağmur” şiirini aruz ahengiyle okumayı öğretmişlerdi:
“Küçük, muttarid, muhteriz darbeler
Kafeslerde, camlarda pür ihtizaz
Olur dembedem nevha-ger, nağme-saz...”
“fe û lün / fe û lün / fe û lün / fe ul”
“Küçük, tekdüze, ürkek darbeler
Kafeslerde, camlarda titreşerek
Durmadan türkü söyler, ağıt yakar”
Kiremitlerde, camlarda ne zaman yağmur sesi duysam bu şiiri mutlaka okurdum. Sonra kaç kez bu oyunu Jose Feliciano,nun şarkısını dinlerken oynadım. Her ne kadar Elvis Presley,in,
“Hiç kimse kalp ağrısını anlayamaz
Hiç kimse acıyı hissedemez
Çünkü kimse gözyaşlarını göremez
Sen yağmurda ağlarken”
dizeleriyle beni her zaman sarsan “Blue Eyes crying in the Rain” şarkısı, yağmurla dinlemeyi en çok sevdiğim şarkı olsa da Jose Feliciano benim için hep gitarının tellerine yağmuru dokuyan sanatçı olarak kaldı.
21 Temmuz gecesi Bodrum Antik Tiyatroda Jose Feliciano,yu dinlemek benim gibi her müziksever için de büyük bir şans olacak.