KİRPİNİN DANSI

KİRPİNİN DANSI

KİRPİNİN DANSI
Bütün gece yağmuru bekledim. O, yağmadan ağrılarımın geçmeyeceğini iyi biliyorum. 
Güneşin ilk ışıklarıyla pencereyi açtım. Bir süre, yüreğinin acısını bir türlü sağamayan bulutları izledim. Her biri, sanki gök boşluğunda birazdan başlayacak müthiş bir meydan savaşı için mevzileniyor.
Bu eşsiz manzara saatlerce sürsün, ben de doya doya izleyeyim, isterdim. Ne var ki bu sabah yaralıyım.  
Karşı yamaçları yalayıp geçen bulutlardan birine sesleniyorum:
"Hadi boşalt yükünü, saçlarıma, yüzüme kirpiğime... Yüreğime düş, ağlayalım birlikte.”      
Evren böylesine kendi işiyle meşgulken benim, senin, onun...  ne hükmümüz olabilir ki?
İçimde adını koyamadığım bir sıkıntı. Çok değerli bir şeyi mi yitirtirdim yoksa.
Birden o sesi duyuyorum. Komşu evlerden mi; denizler, dağlar ötesinden mi bu geliş:

 “If I should stay 
I would only be in your way”
   
“Kalsaydım eğer/ Yalnız senin yanında olurdum.”
    
Oldum olası “eğer” sözcüğünü sevmem. Koşula bağlayıverir her şeyi. Olsun dediğimiz nice güzel şey o koşullara takılır kalır.
 Ses giderek yükseliyor, sonra bulutlardan dökülüyor:
And I will always love you. 
I will always love you. 
(Ve hep seni seveceğim/Seni hep seveceğim.)

Hüzünlü mü hüzünlü, umarsız mı umarsız, hançerede  bin hançer...  İçimde bir soru filizleniyor: “Bu sözü vermek, son nefesini veren için mi zordur;  onu uğurlayan için mi?   
Beklediğim yağmur,  beklediğimi unuttuğum bir anda başlıyor. Önce, konser öncesi piyanonun tuşlarında gezinen müzisyen edasıyla çatıda, yapraklarda şöyle bir dolaşıyor; belki bir, belki de bir buçuk dakikalık duraklamanın ardından müthiş bir tempoyla ses salkımları sarıyor çevreyi. 
Bir koltuğa yaslanıp çatıdaki seslerin uyumunu yakalamaya çalışıyorum. Gözünün önünden bu eşsiz şarkıyı ilk kez dinlediğim “Bodyguard” filminin kareleri geçiyor. 
“ Benim için ölür müsün?” 
Åžu yeryüzünde, sevdiğinin dudaklarından dökülecek “evet”  sözcüğünü duymak için bu soruyu  soran kaç milyon aşık vardır acaba? Bu soruya  kaç aşık, “evet”, yanıtını vermiştir? Dahası,  kaç aşık sözünün eri olmuştur?
O filmde,  Whitney Houston da sormuştu bu soruyu. Onun için gerçekten de ölmeye hazır adam, “İşim bu.” deyip görevinin arkasına saklanmıştı.
“ Ger ben; ben isem nesin sen ey yâr?
Ger sen, sen isen; neyim men-i zâr?”
Aşk, marazi bir duygu aslında: Bencil, doyumsuz, tutku dikeni. .. Aşkı “bir” leşmek olarak algılayanların,  Fuzuli'nin  bu beyiti döne dolaşa  okuması gerek. 
Her ne kadar Ataol Behramoğlu:  
'Ölümdür yaşanan tek başına, 
Aşk iki kişiliktir.' 
Dese de ben:
'tek kişilik kalabalıktır aşk. 
aşk tek kişiliktir; ikinci kişiye bilet yoktur. 
kendinin yayasıdır aşkta ikinci kişi, kendinin mayası;
herkes kendi sevgisini sever...'  
diyen Yılmaz Odabaşı gibi düşünen; üstelik “sonsuz aşk yoktur” diyenlerdenim.
Belki de bu yüzden, aşkın dikenli yollarına dalmaktan haz alsam da “bir”leştirmeye kalkışmadan  “birliktelik” ler yaratmayı hedefleyen sevgiyi de  değerli buluyorum. Sevgi, sevenlerin “ben”liklerine saygı duyuyor;  ama aşkın insafı yok. Bunu çok iyi biliyorum.
“ Antonio Gramsci, Çocuklarıma Mektuplar ( Belge Yayınları, Haziran 1979)   adlı kitabında anlatır:
“ Havanın birden karardığı; ama pırıl pırıl ayın ortalığı aydınlattığı bir sonbahar akşamı, bir arkadaşımla birlikte özellikle elma ağaçlarının çok olduğu bir meyveliğe gittik. Rüzgârdan korunmak için bir çalılığa sığındık. Birden deliklerden, üç tanesi küçük, ikisi büyük beş kirpi çıktı. Art arda dizilip elma ağaçlarına doğru yürümeye başladılar. Önce otların arasında yuvarlandılar, sonra da işe koyuldular. Burunları ve ayaklarıyla yardımlaşarak rüzgârın ağaçtan düşürdüğü elmaları yuvarlaya yuvarlaya bir araya topladılar. Ama yerdeki elmaların yeterli olmadığı anlaşılıyordu: Burnunu havaya dikmiş olan en büyük kirpi, çevresine bakındı, çok kıvrımlı bir ağaç seçti ve kendisini izleyen dişisiyle birlikte ağaca tırmandı. Elma dolu bir dalın üstüne tünediler ve düzenli bir biçimde sallanmaya başladılar. Bu sallanma daha sonra üstünde oturdukları dala geçti, ani titreşimlerle git gide daha çok sarsılmaya başladı ve birkaç elma daha yere düştü. Bu yenilerini ötekilerin yanına koyunca bayağı büyük küçük bütün kirpiler sert dikenli gövdeleriyle yerlerde yuvarlandılar. Dikenlerine batmış meyvelerin üstüne yattılar. Elmaları sırtlayıp yuvalarına yöneldiler.

Ben de şiir diliyle anlatıyorum, söylenenleri:

“Yalnız sen söyleme şarkını
Bulutlar da söylesin
Kuşlar da...
Birlikte;
Çiçeklenirken dal, düşerken yaprak
Birlikte gülüp birlikte ağlamalı
Birlikte söylemeli şarkıları.”
(H.Topçu, 33'ten)

Wihitney Houston  “Birisiyle dans etmek istiyorum” diyordu bir başka şarkısında. Bakın işte, tek kişilik dans olmaz. 
Öyleyse soralım: Dans... Aşkla mı, hayatla mı? 
...
 “Farkındayım. Siz de bana mı soruyorsunuz?”
İşte yanıtım:
 “Hem aşkla hem hayatla, sevgili dostla. Hem aşkla hem hayatla .”
Tüm sevenlerin sevgililer günü kutlu olsun.
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner90