25-27 Ekim
2011 tarihlerinde “Cumhuriyet 88 Yaşında” söyleşileri için Hamburg ADD,nin
konuğuyduk. Cumhuriyet Gazetesi yazarı Sayın Orhan Bursalı da Hamburg,taydı.
Konuşma başlığı “Türkiye, Küresel Dünya
ve Cumhuriyet” idi. Sayın Bursalı konuşmasında, Türkiye,nin küresel dünyaya
çok fazla angaje olduğunu, önümüzdeki
dönemlerde Suriye bataklığına gireceğini, arzulanmayan sonuçların doğacağına
ilişkin ilginç bir konuşma yapmıştı. Doğrusu, Bursalı,nın konuşmasını
izlerken Suriye,ye ilişkin bu öngörülerin biraz abartılı olduğunu da düşünmüştüm.
22 Haziran
2012 Cuma günü öğlen saatlerinde bir
askeri uçağımızın Suriye tarafından
düşürüldüğü ve iki pilotumuzun da kayıp
olduğu haberi ile irkildik. Hükümetten 48 saat boyunca bir açıklama gelmedi.
Ertesi günü Suriye uçağın sınır ihlali yapması nedeniyle kendileri tarafından
vurulduğunu açıkladı. 24 Haziran Pazar günü de öğle saatlerinde Dışişleri
Bakanı Davutoğlu televizyonlarda yayınlanan söyleşide uçağın silahsız olduğunu,
radar sistemlerini test amaçlı uçuş yaptığını,
uçağın uluslararası hava sahasında uyarılmaksızın Suriye tarafından vurulduğunu, sürüklenen parçaların Suriye
sınırlarına düştüğünü, Suriye,nin bu davranışının hasımane ve kabul edilemez olduğunu, kendi halkıyla barışık
olmayan bir ülkenin, komşularıyla barışık olamayacağını ve son olarak Türkiye,nin
gerekli yanıtı mutlaka hukuk içinde vereceğini açıkladı. Başbakan, daha sonra parti liderlerine bilgi verdi ve
26 Haziran 2012 günü ulusal bir konuyla ilgili ülke görüşünü TBMM yerine AKP
grubunda açıkladı. 1-2 yıl önce dost ilan edilen bir ülke, kardeşim Beşar
olarak tanımlanan bir ülke lideri düşman ilan edilerek, her tür askeri
angajmanın kalktığı ifade edilerek küçük bir sınır ihlalinde ateş açılacağı
ilan edildi. Başbakan ayrıca kendisinin Suriye politikalarını eleştiren
yazarlara ve basına da sert göndermeler
yaptı. Aynı gün akşamı da Suriye devlet başkanı yaşanan sürecin “savaş hali”
olduğunu ifade eden bir açıklama yaptı. Son beş günün Türkiye-Suriye ilişkilerinin özeti bu...
Bu yazıyı
yazarken önce hangi temel görüşlerle, yaklaşımlarla Türkiye-Suriye krizine bakacağımızı ifade
etmemiz gerek. Herşeyden önce her tür
savaşa karşı olduğumuzu, savaşın açlık, yoksulluk, şiddet ve ölüm ürettiğinin
altını çizmeliyiz. Savaşın Türkiye ve Suriye halklarının yararına olmadığını
ifade etmeliyiz. Suriye,nin demokratik bir ülke olmadığını, ülkede biraz da ABD
destekli bir iç savaş yaşandığını, Beşar Esad,ın kendi insanlarını katlettiği
gerçeğini ifade etmeliyiz. Bunlar Suriye,nin
gerçekleri... Ama önce buradaki çifte standartın altını da çizmeliyiz... Benzer gerçeklikler Ortadoğu,da
Suudi Arabistan,da, Bahreyn,de ve Sudan,da da var. Bu ülkeler de demokratik
ülkeler değil... Ama bir temel özellikleri var. Amerikancı yönetimlerle idare
ediliyor. O halde anti-demokratik bir yönetim tarzıyla, Amerikancı yönetimlerce yönetilen ülkelere
göz yumuluyor, Amerikancı olmayan anti-demokratik yönetimlere ise iç kargaşalar
yaratılarak yönetim değişikliği isteniliyor.
Bu çifte standart değil de ne?
Suriye ve
yakın müttefikleri Rusya, İran uçak
düşürme olayına nasıl bakıyor? Basına yansıyan haberlere, açıklamalara bakarsak
Suriye, Antakya üzerinden ülkedeki rejim karşıtlarına silahlar iletildiğini,
eğitim verildiğini düşünüyor. Bunu da
içişlerine müdahale olarak değerlendiriyor. Rusya ve İran da, düşen uçağın
Türkiye ve Nato tarafından Suriye hava savunma sistemini test etmek amacıyla o
bölgede uçuşlar yaptığını, hava sahasına girdiği için de uçağın düşürüldüğünü
ifade ediyorlar.Kriz, karşı taraftan böyle okunuyor.
Bu ülkenin
bir insanı olarak uçağımızın düşmesinden, iki pilotumuzun kaybından ve ülkenin
içine düştüğü pozisyon nedeniyle üzüntü duyduğumuz çok açık. 10 yıldır ülkeyi
yöneten ve ülkenin dış politikasını yöneten siyasal iktidara buralardan bazı
itirazlarımız var. Herşeyden önce siyasal iktidar tüm medyadaki eleştirileri
dikkatlice izleyerek, irdeleyerek farklı görüşleri almayı “ortak
akıl” yaratmak anlamında mutlaka
önemsemelidir. Zira bu konu sadece AKP,nin değil tüm ülkenin “ulusal” bir sorunudur. On yıllık AKP
dış politikaları sonucunda çok sıcak
dostluk ilişkileri içinde olduğumuz, “merhaba”
diyebileceğimiz komşu bir ülke var
mı? Yanıtı kocaman bir “Hayır” dır. Kamuoyunda ve basındaki
temel algı nedir? Türkiye,nin ABD
politikalarına Ortadoğu,da çok fazla angaje olduğu gerçeğidir. ABD,nin “Büyük Ortadoğu Projesi”ni fazla
sahiplenince, bir ülke “kendisi”
olamaz, olamıyor da... Önemli olan bu coğrafyada yüzyıllardan beri ortak
yaşadığımız komşularla barış içinde, “emperyal”
duygular, “Yeni Osmanlıcılık”
gibi(!) fanteziler üretmeden beraber yaşayabilmektir. Mustafa Kemal,in “Yurtta
Sulh , Cihanda Sulh” sözü çok büyük bir öngörünün sonucu söylenmiş bir
sözdür. Ülkeyi yönetenler, ülkenin kurucusunun
tüm sözlerini anlamakta zorlandıkları
gibi bu veciz sözünün
anlamını da kavrayamamışlardır...
Sonunda da Mavi Marmara, Suriye olaylarında
Türkiye yanlış dış politika
arayışları nedeniyle duvara toslamıştır ve ayrıca angaje
olduğu ABD-Nato ülkeleri
tarafından da yalnız bırakılmıştır. Bu bir sonuçtur ve bunun altını
ülkemiz adına çizmeliyiz...
Tüm bu kriz
yaşanırken eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz ifade için gittiği mahkemede
tutuklanıyor, KESK ve Eğitim-Sen,e baskınlar yapılıyor, tutuklamalar yapılıyor.
Davutoğlu,nun Suriye için söylediği
“Ülkesinde barışı sağlayamayanlar,
komşularıyla barışı sağlayamazlar” sözleri bir anlamda içi boş ifadelere
dönüşebiliyor. Son on yılın sonunda %50 ile iktidar olmuş bir siyasal hareketin
ülkede barış, demokrasi kültürü, hukuk devleti, ortak akıl ürettiğini
söyleyebilir miyiz? Ülkenin yarısı üretemediği algısını taşıyor. Bu tür kriz
anlarında ülkenin en temel gereksiniminin “iç
barış, ulusal dayanışma ve demokratik
kültür” olduğunu hemen hissedebiliyorsunuz. Ben bu krizde burada bir eksiklik olduğu algısını
hissettim.
Son söz;
ülkemizin içinde yaşadığı bu sıkıntılı sürecin akıl ve sağduyu ile, bağımsız
bir ülke onuruna yakışır bir şekilde çözülmesi en önemli dileğimdir. Olayın tırmanmaması için Suriye,de aklın
egemen olmasını, Türkiye,den özür dilemesini, tazminat ödemesi bekliyorum. Bu
krizin ülkeyi yönetenlere vereceği en önemli ders de, ülkeyi yönetirken hiç
kimsenin ötekileşmediği, oy
veren-vermeyen tüm yurttaşların iktidarı olabilmek erdeminin önemi ilk sırada
yerini almaktadır. İkinci önemli sonuç ise ülkede korkunun değil, barış dilinin, hukuk devletinin egemen olduğu demokratik bir
Türkiye gerçeğine dönmeleri ve ülkenin yarısının yaşadığı “öteki algısını” yok etmeleri ihtiyacıdır. Bu sürecin bende
ürettiği temel değerlendirmeler
bunlardır.