Mimarlık müfredatı yoğun bir günübirlik gezi programı içerir. Mimarlık öğreniminde yürüme temelli bir seyahat konusu hem mimari tasarım stüdyosu arazi gezilerinin hem de bina inşa teknikleriyle yapı malzeme derslerinin birincil unsurlarından biridir. Projenin yeri seçilir, projenin programına karar verilir, yerin bilgisini bizzat yerinde gözlemleyerek üreten çizim eskiz materyallerini ve gözlem verilerini kaydetmek üzere kurşun kalem, eskiz kalemi, pastel, sulu boya ve türlü kalınlıkta aydınger kağıtları gibi çizim ve belgeleme araçları toplanır, yerle ilgili önceden tarihsel bir arazi araştırması yapılır, bir mikro tarih çalışması yapacak denli arazi üzerine bilgilenmenin ardından yerin ritmine çıkılır. Günübirlik gezi boyunca karşımıza çıkan özneler, yaşama örüntüleri, kültürleri, mimariler, kentsel mekanlar, yerin karakteristik özellikleri, artifaktlar, göstergeler, imgeler, nesneler ve ulaşım ağları titizlikle not edilir. Projelendirme ve tasarımın ilk arazi eskizlerine çıkan rota açılıverir. Frédéric Gros’un “Yürümenin Felsefesi” kitabında belirttiği gibi, yavaş yavaş yürüyerek araziyi gözlemlemek mekânı derinleştirir, yoğunlaştırır. Arazi; fotoğraf, çizim, resim, eskiz, diyagram ve şema gibi farklı görselleştirme teknikleriyle farklı temsillere dökülür.
Yürümek beyinde değişikler meydana getirir; nöronlar üzerinde etkileşim göstererek kişideki ruhsal durumu etkiler; yürümek duyularımızı açmaktır. Yürümekle vücuttaki fazlalıkları atarız, bedenimizin mimarisine ve estetiğine büyük katkıda bulunuruz. Ben harikulade derinliğe sahip yürümek aktivitesini farklı boyutlarıyla değerlendirebilmeyi Frédéric Gros’un bu kitabından öğrendim. Yürümek varoluşumuza dokunan bir eylemdir, geçmişi irdeleyerek hataları görmektir,düşünce geliştirmeyi ve daha sağlıklı düşünmeyi sağlar,insanın kendisiyle baş başa kaldığı en güzel andır,yürümek kimi zaman bizi bağlayan gündelik rutinin ıvır zıvırından kimi zamansa bizi her şeyden alıkoyan düğümlerimizi çözmeye en çok yaklaşan yaratıcı eylemdir. Sert kayaları sular insanları üzüntüler eritir. Yürümekle günlük rutinin kısıtlamalarından, can sıkıntılarından, bizi sıkan türlü bağlantılardan veilişkilerden kurtuluruz. Frédéric Gros mekânı kıldığı doğanın sayısız betimlemesini yapmıştır; onun deyimiyle “ulu dağların rüzgarını”, “göğe uzanan sarp kayalıkların buz gibi nefesini”, “çamların arasından geçen yolların taze ve serin sabah esintisini” ve “kayaların, ovaların ve ufuk çizgisinin sonsuzluğunu” duyumsarız. En güzel patikalardan geçtikçe biz, zihnimizi ulu dağların görkemiyle meşgul eder, bizi yaşama sıkıca bağlayan bir yaşam sevincine kavuşuruz. Voltaire’e göre yürümek bize hoşgörü kazandırır çünkü hoşgörü doğanın ilk yasasıdır. Yürümek Gros’un kitabında yer çekiminin algılanmasıdır, kendimizle hesaplaşmaktır, bizim dışımızda kalan dünyayı algılamaktır, kendimize şefkat göstermektir ve sadece ileriye bakmaktır. Yürümek bedenimizin doğasını ve sınırlarını bize iyice belletir.
Gros yürüyerek kimliğinden ve içinde yaşamak zorunda bırakıldığı medeniyetten uzaklaştığını, ilk insanı arketipleri düşündüğünü söylemektedir. Kentte yürürken örneğin, görme duyusu diğer tüm duyuları baskılar. Grostek başına başladığı yürüyüşe Nietzsche, Thoreau ve Kant gibi yürümeyi yazmak derecesinde hayatının bir parçası yapmış çok bilinen filozofların rehberliğinde devam etmiştir. Yunan filolojisi dersi veren, Yunan eserlerini okuyan Friedrich Nietzsche için 1870’de yazdığı eserden sonra akademik sorunlar başlamıştır çünkü eseri akılcılıktan ziyade metafiziksel sezgilerden ortaya çıkmıştır. 1879’da üniversiteden istifa etmiştir ve günde sekiz saat yürümeye başlamıştır. Bu on yıllık süre zarfında “Böyle Buyurdu Zerdüşt”ü yazmıştır. Nietzsche’nin çalışabilmesi için her gün onca saat yürümesi gerekmiştir. Nietzsche’ye referansla şöyle sormuştur Gros: “Bir kitabın, bir insanın veya bir müzik kompozisyonunun değerini anlamaya yönelik ilk sorumuz şudur: Yürüyebiliyor mu?” Gros burada çok sayıda referansın ve dipnotun etkisiyle hantallaşmış yazılardan dem vurur, kendi deyimiyle hafif ama derin, yükselebilen cümlelerden yapmayı amaçlar kitabını da. Bazen bir deniz kenarında yürümeyi arzu ederken, bazen bir dağ manzarasını arkamıza alarak yürümeyi isteriz bazen de kara yollarının sıkıcı tekdüzeliğini gürültüsünü ararız. Gros Sokrates dışında bütün Yunan bilgelerin halkla konuşmak için hep yürüdüklerinden pazar yerlerinde gezdiklerinden söz etmiştir. DiogenesPlaton’un yürüyerek ders anlattığını söyler, Aristoteles okulunu sütunlu avlu etrafındaki gymnasiuma kurmuştur.
Cilalı Taş Devri’nden beri insan bedeninin sınırları ve imkânları onun aynı direnme gücünü bünyesinde barındırmasına ve bu gücü sürdürmesine izin vermiştir. Kentleşen şehir tasarımlarında makinenin prensiplerini merkeze alan tutumlar, otobanların sokak kültürünün yerini alması, yaya yollarını baskılayan ulaşım ağları, araç trafiği baz alınarak tasarlanmış kentler, hava ve gürültü kirliliği, mimarın yazarlığı niteliğinden yoksun gökdelen ve kule yapılar, açık alanları istila eden süper bloklar, plansız düzenlenmiş bina kütle yığınları, yapılı çevrenin aşırı betonlaşması özellikle pek çok Avrupa şehirlerinde II. Dünya Savaşı’ndan sonra ve bizim ülkemizde de şehirlerdeki birincil kent problemlerini meydana getirmiştir. Bu problemler dikkatle incelendiğinde kentsel sorunların hemen hepsinin sağlığı saf dışı bırakmaya çalıştığı gözlemlenmektedir. Bugünkü görme duyusunun teknolojik hareket, hız, sürekli birbirinin yerini alan imaj birikimi, dijital mimarlık ve üretim ortamıyla, fiziksel ve coğrafik yer değiştirmelerin yarattığı büyük şokla tanımlandığı çağımızda, bu dijital çağda, artık bir tıkla bilgisayar ekranlarından sörf yapabiliyor, masamızı ileride gezeceğimiz yerlerin fotoğraflarını yapıştırarak oturduğumuz yerden dünyanın müzelerini panoramik gezebiliyoruz. Bu bağlamda, kapitalizmin bize verdiği en büyük gündelik zarar talep ettirdiği düşler, imajlar, promosyonlar aracılığıyla yürümemizi ve ayakta durmamızı sekteye uğratması veya bir bakıma engellemesidir.
Yürümek insana kendi hayatındaki yerini bulma, düşünme, içgörü, muhakeme ve eleştiri yetilerini kazanma, kendi hayatında kendini konumlandırabilme ve aslında kendimiz için hangi değerleri içselleştirip değerli bulduğumuzun bilincine varmamızı sağlar. İnsan yürüme aracılığıyla kendiyle baş başa kalabildiğinde ancak özünün ayırdına varabilir.
Henry Thoreau günde dört saat ormanlarda, tepelerde, dağlarda dolaşmazsa bedensel ve akli sağlığını koruyamayacağını söylemişti. Le Breton da yürürken asıl deneyimlediğimiz mekân ve yer değil zamandır diyor. Frederic Gros “Yürümenin Felsefesi” kitabında insanın kendini tanıması ve kendine şefkat gösterebilmesi için uzun bir yol yürümeyi göze alması gerekmektedir demiştir. Yürüyüşle birlikte konutun verdiği konformistduygulardan uzaklaşırız. “Yürüyüş, dünyanın uçsuz bucaksızlığını bedenin oranlarına indirger” diyor Le Breton. Yürümek yorgunluk, belirsizlik, açlık susuzluk karşısında direnci yitirmemeyi gerektirir. Le Breton’unyürüyüşçüsü alabildiğine gerçek olamayacak kadar tehlikeli özgürdür, heybesini güvenilir bulduğu yere bırakıp güzel bir uyku çeker, bulduğu çiftlikte dinlenir, bulduğu derede yıkanır, Atlantik kıyısının iyot kokularını içine çeker. Le Breton’un bu kitabını okurken akıp giden her bir manzaraya dokunma isteği uyanıyor insanda: kuşların cıvıltılarını, çim biçme makinelerinin gürültüsünü, ormanların homurtusunu, ağustos böceklerinin cırlamalarını, tarlaların arasından geçen çayların, dutların, cevizlerin, limon kabuklarının, ıhlamurların, hanımellerinin, yeni dünyaların kokusunu, çayların derelerin sularının şırıltısını, rüzgârın hışırtısını, dalgaların kıyıya vuran sesini duyumsarız ve yürümek eylemi devasa bir duyumsal deneyime dönüşür.
Jacques Lanzmann yanına küçük radyo almadan yola çıkmazdı. Japonya’yı dolaşmak isteyen Basho yanına kâğıttan giysi, yazı takımı, fırçalar, kâğıt, ilaç, erzak kutusu aldı. Bence tek başına günübirlik yapılan ya da otobüslerde, trenlerde, uçaklarda sabahlanan, kamusallıkla birlikte hiçbir belirsizliğin ağır yükünü çekmediğimiz kendimizi kamusal ulaşım ağlarına emanet ettiğimiz yolculuklar daha huzurludur. İnsan yolculuğundan coşku, neşe, cesaret çıkarmayı bekliyorsa önce kendini güvenli sulara çekmelidir. Le Breton’un yolculuğu tarlalarda, kulübelerde, terk edilmiş şatolarda, mağaralarda, kovuklarda, plajlarda, otellerde, sığınaklarda, şantiyelerde geçiyor. Le Breton arabayla ilgili her şeye karşıdır, kendi deyimiyle araba lastiğinin saldırgan eziciliğinden, arabaların hiçbir anı bırakmadıklarından, yerin tarihini dikkate almadıklarından, yarattığı duyusal uyuşukluktan ve edilgenlikten, manzarayı bozmalarından şikayet eder. Le Breton ayak yere toprağa bastığı anda bir yaşam derinliği edinir demiştir.
Kazancakis Aynaroz Dağı’ndan Karyes’e giden taşlı yolda arkadaşına dönüp “Neden konuşmuyoruz?” diye sorduğunda arkadaşı “Sessizlikle konuşuyoruz” demiştir. Adlandırılmamış yerler vardır; Le Breton’a göre adlandırmak anlam vermektir, adlandırılmamış kırlar, korular, tarlalar, dağlar, ovalar, vadiler hepsi birden anonimlikte saklanmaya kararlıdırlar. Yürüyüşçüler halk türküleri söylerler. Edward Abbey “Sevinç Ezgisi”nisöyler. Bourles ve arkadaşları şiirler okurlar. Şiir şarkı yolun zorluklarını hafifletir. Xavier de Maistre düello eder, 40 gün süreyle odasına hapsedilir. Bu oda 36 adım uzunluğunda kare biçimindedir. “Bana bir kentte, bir köprüde dolaşmayı yasakladılar; ama bir dünya bıraktılar” demiştir, burjuva iç mekânı odasında yolculuğa çıkmıştır yeni bir seyahat biçimi getirmiştir. Xavier de Maistre odasını dakika detayıyla betimlemiştir: egzotik peyzajlı dört duvarı kaplayan manzara resmini ve kapıdan koltuğa bütün detayları seyahat günlüğü formatında yazmıştır. “Dünyanın mırıltısı hiç bitmesin”diyen Le Breton için bir yerin ses niteliği çok önemlidir. Le Breton kentlerde arabaların sesi, binalarla sarılı ufuk ve ışık hüzmesi korkuyu yok eder, kentlerde metafizik yoktur diyor. Kentte merakımız hep canlı tutulur, gördüğümüz manzaralar aracılığıyla sürükleniriz. Yürüyüş yaşam sıkıntılarına karşı bir ilaçtır. Yürüyüşçü hayatının anlamını idrak edebilmek için aslında fark etmeden çözüm arar. Her kentlinin kendi kentsel mekânları, kendi etkinliklerinin vuku bulduğu aylak aylak dolaştığı rotaları vardır. Bir de yürüyüşçünün bu güzergâhı aştığı yeni güzergâhlarla kenti keşfettiği durumlar vardır. İnsan yürürken duyularını, zihnini, ufkunu canlandırmayı öğrenir. Köylerde evler doğal kaynaklara güneşe, rüzgâra, topoğrafyaya göre inşa edilir. Kentte ise cam, asfalt ve beton vardır; araziler düzleştirilir. Huzurlu ve mutlu yürüyüşler dileğiyle…
Kaynakça
• Gros, F. (2017) Yürümenin Felsefesi, (Çev. Albino Ulutaşlı), İstanbul: Kolektif Kitap
• Le Breton, D. (2003) Yürümeye Övgü, (Çev. İsmail Yerguz), İstanbul: Sel Yayınları