“1945 yılında 2-B sınıfı olarak Ortaklar’da 40-45 arkadaş bir öğretmen inşaatında çalışırken bir gün İsmail Hakkı Tonguç geldi. Kuytu bir yerde bizi oturttu. Saraydan İndi Yürüdü adlı türküyü öğretti. Keyifle söylemiştik” Kamuran Tekeli
Bugün 30 Temmuz 2024. Özdere’de evimin kitaplığımda arşiv ve albümleri karıştırırken 11-16 yaşlarımın ışık saçan okulu olan Ortaklar İlköğretmen Okulu (Adabelen) günlerine ait fotoğraflarla karşılaştım. Adabelen, yoksul ama mutlu çocukluk yıllarımın eğitim kurumuydu. Günümüzde eğitimin dinselleştirildiği, piyasalaştırıldığı, niteliğini tümüyle kaybettiği ülke koşullarında laik, demokratik, bilimsel karma eğitiminin özgün kurumu olan Adabelen’e dair bir yazı yazma ve buradan da günümüze ilişkin önerilerde bulunmak istedim.
Ortaklar Köy Enstitüsü (1945-1954), Ortaklar İlköğretmen Okulu (1954-1974) ve daha donra Öğretmen Lisesi, Anadolu Öğretmen Lisesi olarak öğretmen yetiştirme sürecinde bir geleneği temsil etti (1974-2014). 2014 yılında AKP iktidarı Cumhuriyetin öğretmen yetiştirme geleneğini silmek, yok etmek adına 299 Anadolu Öğretmen Lisesini kapattı. Ortaklar Anadolu Öğretmen Lisesi de Fen Lisesine dönüştürüldü.
Öğretmen Okullarının kuruluş yıldönümü günü olan her 16 Mart haftasında Adabelenliler Derneğindeki arkadaşlarım okulda kuru fasulye günü düzenlerler. Yaklaşık bin kişilik buluşmalar, kavuşmalar yaşanır. Bu buluşmalar, parasız yatılı öğrencilerin okul aidiyetlerini göstermesi anlamında çok değerliydi. Bugüne kadar Adabelen ile ilgili üç kitap yayımladım, çok sayıda makale yazdım. 2012 yılı Mart ayında “Kalbim Adabelende Kaldı” başlıklı bir yazı yazmıştım. Yerel gazetelerde yayımlanan yazımda: “Öğretmen Okullarının 164. kuruluş yıldönümü anısına kuru fasulye-pilav günü düzenlemişti. 17 Mart Cumartesi sabahı saat 8.00’de İzmir’den çıktım. Hava çok güzeldi ve baharın tüm güzelliği renklere, doğaya yansıyordu. Cemre her yere düşmüştü. 1967-1972 yılları arasında ilkokul sonrası parasız, karma, yatılı öğrencisi olduğum Ortaklar İlköğretmen Okuluna adeta uçuyordum. Beraber büyüdüğümüz arkadaşlarımızı, öğretmenlerimizi ve bir eğitim cenneti olan okulumuzu tekrar bir günlüğüne soluklamak, kucaklamak arzusu yoğundu. Arabayla okula vardığımda saat 9.15 idi. Yıkılmak üzere olan İş atölyesinin yanından geçerken 16 Eylül 1967 tarihinde 11 yaşında babam ve elimdeki kocaman bir bavul ile okula geldiğim ilk günü anımsadım. Babam iş atölyesini işaret ederek ‘Oğlum bu binayı biz yaptık’ demişti. Sonra birlikte iş atölyesine girmiştik. Ak saçlı tonton bir amca babama ‘Merhaba Şükrü, hoş geldin’ demişti. Babam da ona ‘Hocam size oğlumu getirdim’ diye yanıt vermişti. Ben o tarihlerde köyden, anamdan, ailemden ayrılmanın üzüntüsüyle bu diyalogun ne anlama geldiğini anlamamıştım. Sonra okul başladığında o ak saçlı tonton amca bizim sınıfın iş bilgisi öğretmeni olmuştu. Mehmet Sinter öğretmen, Kızılçullu Köy Enstitüsünde babamın ve arkadaşlarının demircilik öğretmeni, 1966 yılında da benim iş bilgisi öğretmenim olmuştu. 1944 Ağustos ayında babam ve arkadaşlarının yaptığı iş bilgisi atölyesi şimdi yıkılmak üzereydi ve binayı izlerken boğazım düğümleniyordu” okulumla ilgili heyecanlarımı, tanıklığımı aktarmıştım.
Ortaklar Köy Enstitüsü, Kızılçullu Köy Enstitüsünün artan öğrenci sayısı ve Kızılçullu’nun Tonguç’un iş eğitimi anlayışıyla çok uygun bir yerde kurulamadığı savları ile açılmıştır. Ağustos 1944 yılında temeli atılan Ortaklar Köy Enstitüsünün ilk öğrencileri Kızılçullu’da öğrenim gören “Aydın, Muğla, Denizli” doğumlu öğrenciler olmuştur. Ortaklar Köy Enstitüsünü tümüyle Kızılçullu Köy Enstitüsü “1944--1947” mezunu öğrencileri kurmuştur. Yer seçimini Kızılçullu Köy Enstitüsü Müdürü Hamdi Akman, enstitünün kuruluş mimarlığını Mualla Eyüboğlu ve kurucu müdürlüğünü de Kızılçullu’nun Ruhbilimi öğretmeni Hayri Çakaloz yapmıştır. 1945-1946 öğretim yılında eğitim-öğretim başlar. Yıl 1950; Köy Enstitülerinde karma eğitime son verilir. Kızlar önce Kızılçullu’da sonra da Bolu ve Beşikdüzü’nde toplanır. Türkiye muhafazakarları kızlarla erkeklerin yan yana eğitim görmesinden rahatsızdılar ve ilk hamlelerinden sonuç aldılar. Yıl 1954, Demokrat Parti Köy Enstitülerini kapatırve “enstitüler ilköğretmen okullarına” dönüştürülür. Bu yıllar Cumhuriyet Eğitim Devriminden ödünlerin verildiği dönemdir. Kapatanlara rağmen Ortaklar İlköğretmen Okulunda Köy Enstitülerinin “İnsan, sanat, demokrasi, üretim” eksenli rüzgarları esmeye devam eder.
Köy Enstitüsünden Öğretmen Okuluna geçişte bazı kavramsal değişiklikler yaşanır. Köy Enstitülerinde her törende söylenen “Sürer, eker biçeriz” diye başlayan Ziraat Marşı’nın yerini Öğretmen Okulları Marşı alır. 17 Nisan Köy Enstitülerinin kuruluş kutlamaları yerine 16 Mart 1848 Öğretmen Okullarının kuruluş kutlamaları referans alınır. “Eğitim başı, ziraat başı, sanat başı” gibi Köy Enstitüleri iş eğitimine uygun görev tanımlamaları yerine “eğitim şefi, ziraat şefi, tarım şefi” gibi yeni tanımlamalar yer alır. Tüm bu değişimlere rağmen yerleşke aynı yerleşke, öğretmenler aynı öğretmenlerdir. Ahırlar, çiftlikler, tarlalar, meyve bahçeleri, müzik-resim salonları, işlikler de durmaktadır. Köy Enstitülerinin imece geleneği devam eder ve 1954-1974 yılları arasında Ortaklar İlköğretmen Okulu mirasını taşıdığı Ortaklar Köy Enstitüsü gibi Ege’de “Işık saçan bir eğitim kurumu” olarak aydınlık Cumhuriyet öğretmenlerini yetiştirir. 1967-1972 yılları arasında Ortaklar İlköğretmen Okulunun olağanüstü gizemli mekanlarında okurken bizlere eskiden burada Köy Enstitüsünün olduğunu, Hasan-Ali Yücel’i, İsmail Hakkı Tonguç’u, Hayri Çakaloz’u, Mualla Eyüboğlu’nu hiç anlatılmadı, adeta gizlendi. Ama mekanların gizemli dünyası enstitü kültürünü, nitelikli öğretmen, yurttaş yetiştirme kültürünü onurla öğretmen okuluna taşıdı.
2012 yılında yazdığım “Kalbim Adabelende Kaldı” başlıklı yazımda 17 Mart 2012 gününü:” Ortaklar’da beş yıl öğrencilik yapıp ve daha sonra Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık sınıfına gitmiştim. Ortaklar İlköğretmen Okulu meydanına vardığımda yüzlerce Adabelenli toplanmış yıkılmak üzere olan binaların önünde özlem ve acıyla birbirlerine sarılıyordu. Aralarda da Anadolu Öğretmen Lisesi öğrencileri de dolaşıyor ve merakla bu gizemli buluşmayı anlamaya çalışıyorlardı. 3-4 Anadolu Öğretmen Lisesi öğrencisini yanıma çağırdım. Onlarla konuşmaya başladım. Okulun tarihini sordum. Fazla bilgileri yoktu. Onlara anlatmaya çalıştım. Meydandaki sinema perdesinde ilk seyrettiğim Fransız filmini, öğlen ve akşam yemek saatinde yemekhaneye koşuşturmalarımızı, burada yaşadığımız arkadaşlığı-dostluğu, okulun açıldığı ilk iki ayda okulun pamuk tarlalarında marşlarla, türkülerle, halaylarla gerçekleştirdiğimiz pamuk toplama imecemizi, meydandaki sinema izleme anlarımızı, sebzelikteki çalışmalarımızı, öğrenci örgütü seçimlerini, yaşanılan ve hepimizi büyüten karma eğitimi, yaz çalışmalarını, Kuşadası Deniz kampını, yoğun sanatsal etkinlikleri ve 19 Mayıs hazırlıklarımızı ve trenle gittiğimiz Aydın Stadyumundaki gösterilerimizi anlattım. İlgiyle dinlediler. Sorular sordular. Sonra verilen bir işaretle tüm katılımcılarla İstiklal Marşı ve Öğretmen Okulları Marşını coşku ile söyledik. Konuşmalar başladı. Ben aralarda dolaşıyordum. Bir yandan yıkılmakta olan binaların acısını yaşarken, karşılaştığım öğretmenlerimle, sınıf arkadaşlarımla, büyüklerimle, küçüklerimle kucaklaşıyordum. Öğrenci emekleriyle yapılan bu mekanların küçük bir restorasyonla halk çocukları için yeniden eğitim kurumuna dönüştürülmesi olanaklı. Ülkede dinsel eğitimi yaygınlaştırmaya çalışan bir anlayış emekle, iş ile, imece ile üretilen bu okulların doğasını, ruhunu anlayabilir mi? Çok zor… Bu nedenle mekanların yıkılması beklenerek Cumhuriyetin bu aydınlık eğitim kurumları mekansal anlamda da yok edilmek isteniyordu. Tüm bu duygu kargaşası içinde Ortaklar çıkışlı arkadaşımız TRT Sanatçısı Makbule Kaya’nın türkülerini keyifle dinledik. Hep birlikte yoksul ama umutlu ve mutlu dönemlerimizin simgesel yemeklerini yedik. Gelecek yıl tekrar görüşülmek üzere birbirlerimize sarılarak hüzünle Adabelen’den ayrıldık. Ama benim kalbim Adabelen’de kalmıştı” ifadeleriyle anlatmıştım.
Günümüzde Eğitim Fakülteleri ülke gerçeklerinden kopuktur ve Köy Enstitüleri ile Öğretmen Okullarının nitelikli öğretmen yetiştirme anlayışından geride kalmışlardır. Ülkenin özgün öğretmen yetiştirme geleneklerinden yararlanma çabasını da hiç üretmedi. Ülkede siyasal iktidarın, tek parti devletinin eğitimi dinselleştirme, piyasalaştırma çabalarına karşı eğitim fakültelerinden hiçbir itiraz gelmemektedir. Eğitimin gericileştirilmesine yönelik iktidarın ÇEDES projesi, müfredat değişikliği ve son olarak Öğretmen Akademileri tartışmalarında eğitim fakülteleri yoktur. Mezun ettiği öğrencilerinin sözleşmeli, ücretli öğretmen olarak çalışmalarının ve yok edilen mesleki onurlarını sahip çıkamıyorlar. Öğretmen Akademileri projesi eğitim fakültelerini yok saymaktadır. Parti devletinin, kendine bağlı biat eden öğretmenler yetiştirmeyi hedeflediği açıktır.
SONUÇ OLARAK
Köy Enstitüleri ve Öğretmen Okullarının nitelikli öğretmen yetiştirmelerinde önemli dinamikler: “Öğrenci seçimi, parasız-yatılı eğitim ortamı, uygulamalı eğitim, sanat eğitimi ve laik-demokratik bilimsel” eğitimdir. Tüm Köy Enstitülerinde uygulama okulları vardı. Bugün hiçbir eğitim fakültesinde uygulama okulu yoktur. Eğitim fakültelerinin 2014 yılına kadar “hazırbulunuşluk, motivasyon” anlamında en nitelikli öğrenci tabanı olan Anadolu Öğretmen Liselerinin tekrar açılmasını acilen öneriyorum. Günümüzde toplumsal sorumluluğunu kaybeden, parti devletine bağlı kurumlar haline gelen üniversitelerin ve dolasıyla eğitim fakültelerinin özerkliğini hayata geçirmeliyiz. Evrensel kent diye tanımladığımız üniversiteler, fakülteler ülke sorunlarının tartışıldığı, önerilerinin ortaya konulduğu kurumlara dönüştürmelidir. Bir başka notum, öğretmen okulları derneklerinde çalışan arkadaşlarıma. Eğer Köy Enstitüleri olmasaydı bugün öğretmen okullarının özgünlüğünden bahsedemezdik. O nedenle Köy Enstitüleri ve kazanımlarını anlamadan Öğretmen Okulları açıklanamaz. Unutulmamalıdır ki 1950 sonrası kent öğretmen okullarına bu kültürü enstitülü öğretmenler taşımıştır.
Yorum Yazın