Türkiye, 20 günü aşan bir süredir Narin kızımızın vahşice öldürülmesi olayını konuşuyor, tartışıyor. 8 yaşındaki Narin’in kaybı tüm ülkenin vicdanını yaraladı. Televizyonlar, yazılı basın sürekli Narin’i ve olayın arakasındaki sosyolojiyi irdeliyor. Diyarbakır’ın Tavşantepe mahallesinde her tür feodal ilişkinin yoğun yaşandığı, muhafazakar bir ortamda işlenen cinayet; Siyasal İslam’ın kadına kız çocuklarına bakışı, kapalı toplumlardaki hiyerarşiyi, ve ülkedeki çürümeyi göstermesi anlamında sosyolojik bir laboratuvar işlevi görüyor. 9 Eylül 2024 tarihinde tüm Türkiye’de yaklaşık 20 milyon öğrenci, 1 milyon 200 bin öğretmenle ve çok ağır sorunlarla 2024-2025 öğretim yılı başladı. Eğer Narin katledilmeseydi o da okulda, sırasında arkadaşları ve öğretmeniyle birlikte olacaktı. Bu yazıyı ışık saçan gözleriyle hafızamızda hep yer alacak olan Sevgili Narin’e armağan ediyorum.
EĞİTİME ŞAŞI BAKANLAR
Tüm ülke Narin’in acısını yaşarken eski Milli Savunma Bakanı ve Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar Kayseri’de bir kasaba politikacısı edasıyla yaptığı konuşmada: “ Eğitimin amacı bilgi değildir, Allah korkusu ve kuldan utanmaktır. Bilgi üniversitede oluyor, mezhepte oluyor” gibi şaşırtıcı açıklamalarda bulundu. Bu ifadelerden anlaşılıyor ki Hulusi Akar eğitimi hiç anlayamamış. Eğitim asla korkuyu amaçlamaz, sevgiyi, barışı, doğayı, insanı, neden, niçin sorularını sormayı amaçlar. Bunca yıldır üst düzey kamusal görevlerde bulunan, TSK’da kurmaylık eğitimi alan eski bakanın bu şaşırtıcı ifadeleri kamuoyunda büyük tepki gördü. Orhan Bursalı, 12 Eylül 2024 tarihli “Hulusi Akar ve Cahilliğin dip noktası” başlıklı köşe yazısında “İyi ve güzel insan yetiştirmeyi bilgiyle, insan sevgisiyle, insan haklarına ve doğaya saygıyla, hak adalet hukuk ahlakıyla değil, korku üretilmesi ile olabileceğini sanıyor. Bu tam bir mezhepçi, cemaatçi, tarikatçı bakış diyeceğim ama bu bile eksik kalır. Akar adeta Osmanlı dönemindeki Müslüman milletin durumunu salık veriyor. Cehaletin diz boyunu geçtiği” Akar’ın söylemini eleştiriyordu. Acaba Akar, Narin kızımızın öldürülmesi ve muhafazakar köy gerçeğini nasıl açıklayacak. Korku eğitimi, çocukların doğuştan getirdikleri tüm yetileri yok eden bir eğitimdir. Akar’ın anlayamadığı da bu gerçekliktir. Fatih Altaylı da Hulusi Akar’ı "Hulusi Bey bu köyde Allah korkusu oranı ne!" başlıklı yazısında, "Acaba 'Eğitimin amacı bilgi değildir, Allah korkusu vermektir' buyuran eski Diyanet İşleri Başkanı, pardon ne Diyanet’i, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar bu köyde olanlar için ne düşünüyor merak ederim" diyerek, köyde son seçimlerde ortaya çıkan sonuçları paylaştı. Altaylı, "Oldukça muhafazakâr görünen ve bir zamanlar Hizbullah ile anılan bu köyde son seçimlerde 154 oyun 100’ünü AKP, 16’sını HÜDAPAR, 3’ünü YRP, 2’sini Saadet almış. Geri kalan 32 oy ise DEM Parti’ye gitmiş" bilgisini aktardı. "Hulusi Akar bu tabloya bakarak köyde eksik olanın 'Allah korkusu' olduğunu hâlâ düşünüyor mu" diye sorar.
Kuran Kurslarının 4-6 yaşlarında okul öncesi eğitim çağındaki çocuklarımızın düşün dünyalarını hapsetmek amacıyla açıldığını ve çocukları laik-bilimsel eğitimden uzaklaştırmayı hedeflediğini biliyoruz. Son günlerde konuyla ilgili çarpıcı bir açıklama Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’tan geldi. Erbaş’a göre ''4-6 yaş Kur’an Kurslarımızı çok önemsiyoruz…Kur’an kurslarımız adeta bir rehabilitasyon merkezi gibi de çalışıyor…Bizler Kur’an kurslarımızı hayata dokunan, insanımıza huzur veren ve geleceğimizi inşa eden müstesna mekanlar olarak görüyoruz. Çünkü buralar inananlar için rahmet ve şifa kaynağı olan bir kitabın öğretildiği ve okunduğu yerdir.’’ şeklinde tıpkı Akar gibi bilim dışı, akıl dışı açıklamalar yapıyor. Psikoloji ve pedagoji gibi bilim dalları çocukların soyut işlem dönemine, yani 10-11 yaşlarına geçinceye kadar din eğitimi vermenin doğru olmadığını ifade eder. 4-6 yaş arasında verilen din eğitimi korku eğitimidir. Erbaş, korku eğitimi vermeyi rehabilitasyon olarak tanımlıyor. Kuran Kurslarında görev alanların akademik eğitimle ilgili hiçbir eğitimlerinin olmadığının altını da önemle çizelim. Açıklamalar gösteriyor ki siyasal İslam ülkenin her köşesinde toplumu kuşatmayı hedefliyor.
YÜCEL VE TONGUÇ’TAN GÜNÜMÜZE İLETİLER
Akar ve Erbaş’a çoğu kez yazdığımız gibi Köy Enstitülerinin kurucuları Hasan-Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç ile yanıt verelim. Hasan-Ali Yücel 1897 İstanbul doğumludur. 1901 yılında Laleli’de Sıbyan Okulunda öğrenci olur. Sıbyan Okulu tümüyle dinsel eğitimin verildiği bir yerdir. Yıllar sonra Yücel bu okulda verilen eğitimi “Bir taraftan öğretme usulünün ilkelliği, diğer taraftan ne yaptığımızı ve ne okuduğumuzu hiçbir suretle bilmeyişimiz, küçük yaşta zekamızı ezmek, bilincimizi karartmak için yeterli sebeplerdi.” diyerek açıklar. Korkuyla zekası ezilen, bilinci karartılan öğrencilerden oluşan bir toplum çağdaş bir toplum olamaz. Köy Enstitülerinin kuramcısı ve uygulayıcısı İsmail Hakkı Tonguç enstitülerdeki eğitimi "Köy Enstitüleri pedagoji alemine yeni değerler katan, çocuğu modern pedagojinin ilkelerine uyarak eğiten, haklarına kavuşturarak ona çocukluk ve gençlik çağının özelliklerine göre yaşamayı sağlayan; onu etkin duruma sokan ve bu bakımdan pedagojinin gelişmesine hizmet eden kurumlardır. Türk çocuğunun yaratıcı kudreti meydana çıkarılmış, gelenekçi okulun çocukları ezen, yıpratan sakat usulleri yerine yeni metotlar geliştirilmiştir" ifadeleriyle bize aktarır. Günümüzde de eğitimin temel amacı çocuğun yaratıcı kudretini ortaya çıkarılması olmalıdır. Akar ve Erbaş’ın Köy Enstitülerinden Yücel ve Tonguç’tan öğreneceği çok şey var.
EĞİTİMİN TANIMI VE AMACI NEDİR?
Hepimizin onur duyduğu, felsefecis Ionna Kuçuradi “İnsana her şeyden önce İnsanlaşma eğitimi verilmelidir” diyerek ülkeyi yönetenlere çok önemli bir uyarıda bulunuyor. 1940’lı yıllarda Hasan-Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç imecesiyle hayata geçirilen Köy Enstitüleri insanlaşma, özgürleşme ve toplumsallaşma eğitimi veren hümanist eğitim kurumlarıydı. Cılavuz Köy Enstitüsü mezunu Ümit Kaftancıoğlu “Cılavuz Köy Enstitüsü gerçekten bir cennetti, sıcak bir yuvaydı, yaşamdı. İnsan olduğumuzu orada anladık” diyerek enstitü eğitiminin çağdaşlığının altını çizmişti. Eğitim bir ülkenin geleceğidir. Çağdaş eğitim, “laik, demokratik, bilimsel” eğitimdir. Siyasal iktidar, 22 yıldır izlediği eğitim politikalarıyla Cumhuriyetin 100. Yıldönümünde eğitimi dinselleştirerek, piyasalaştırarak ülkenin geleceğini ve umutlarını karartıyor. Bakanlık, tarikat ve cemaatlerle ortak projeler yaparak okul ve cami gibi işlevleri farklı iki kurumu aynileştiriyor. Okul tüm öğrenciler için bir sosyalleşme-toplumsallaşma alanı ve aynı zamanda akıl ve bilimin rehberliğinde “neden, niçin, nasıl” sorgulamasının yapıldığı bir kurumdur. Cumhuriyet Eğitim Devrimi bunu öngörmüştü. Siyasal iktidar bu öngörüyü adeta yok etmeyi hedeflemiş durumda. Cumhuriyetimizin kurucusu “benim manevi mirasım akıl ve bilim diyor. Bilim, eğitimin aracı ve amacı olması gerekirken iktidar akıl ve bilimi eğitim kurumlarından, ülkeyi yönetme anlayışlarından çıkarmaya çalışıyor. Türkiye’nin dinamik demokratik güçleri ülkenin bir Ortadoğu Ülkesi olmasına asla izin vermeyecektir.
RAKAMLARLA TÜRKİYE’DE EĞİTİM
2024-2025 eğitim öğretim yılı pek çok yoksunluk ve mağduriyetle açıldı. Ülkede yaşanan ekonomik krizle birlikte eğitimdeki adaletsizlikler ve eşitsizlikler çok açık görünür hale geldi. Eğitim sistemindeki tüm eksiklik ve değişiklikler eğitimin niteliğini ve yoksul halk çocuklarını olumsuz etkiledi. Okullarımızda yeni dönem kamusal eğitimin bilimsel niteliğinin yok edildiği; bizzat devlet eliyle çocuk işçiliğin MESEM projesiyle okullarda yaygınlaştırılmasına tanıklık ediyoruz. Mesleki Eğitim Merkezlerinde çalıştırılan çocukların sayısı 1 milyon 346 bin 253’tür. Bu çocuklar fiilen okulda olmadığı halde örgün eğitimde sayılmaktadır. 2024-2025 eğitim-öğretim yılı bilimsel metodoloji ve evrensel pedagojinin verileriyle hazırlanmayan ve adeta dayatılan “Maarif Modeli, ÇEDES” gibi gerici projelerin uygulanacağı, ücretli-sözleşmeli öğretmenlik istihdamları ve mülakatlarla öğretmenlik meslek onurunun yok edildiği bir dönem olarak tarihe geçecek.
Son günlerde yayınlanan OECD’nin “Bir Bakışta Eğitim 2024” raporu rakamlarla Türkiye’deki eğitimi anlamımıza sağlayacak veriler veriyor. Rapora göre Türkiye'de 18-24 yaş aralığındaki gençlerin üçte biri (yüzde 31,1'i) ne eğitimde ne de istihdamda yer alıyor. Bu oran, OECD ülkeleri ortalamasında yüzde 13,7 olarak kayıtlara geçti. Türkiye'de 18-24 yaş aralığında ne eğitimde ne istihdamda olan kadınların oranı yüzde 41,4 iken, erkeklerin oranı yüzde 21,4 oldu. OECD ortalamasında ise ne eğitimde ne istihdamda olan kadınların oranı yüzde 14,4, erkeklerin oranı ise yüzde 13,1 olarak hesaplandı. Ülkenin OECD ülkelerinin ne denli gerisinde olduğunu gösteren rakamlar. Kadınların eğitim ve istihdam oranlarındaki farklılık da ülkemizdeki cinsiyete dayalı eşitsizlikleri işaret etmektedir.
Türkiye'de 2023 yılı itibarıyla 6-14 yaş aralığında okullaşma oranı yüzde 98,8, 15-19 yaş aralığında eğitime katılım oranı ise yüzde 73 oldu. 3-5 yaş aralığında okul öncesi eğitime katılım oranı yüzde 48 olarak verildi. Talebimiz okul öncesi eğitimin tüm ülkede zorunlu hale gelmesidir. Türkiye yüzde 48 ile 3-5 yaş grubu çocuklar için okullaşma oranının en düşük olduğu OECD ülkesi. Ülkedeki iklim ve siyasal tercihler nedeniyle özel okulların 2002’de örgün eğitimdeki payı yüzde 1.9 iken 2023’te yüzde 9.3’e yükseldi. Özel okulların devlet okullarına oranı yüzde 23.5’e ulaştı. 2023'te 75 bin okuldan 14 bin 281’i özel okullara aitti. Bu rakamlar kamusal eğitimin özellikle çökertildiğini gösteriyor. Veliler kamu okullarındaki liyakatsiz yönetimler, niteliksiz eğitim nedeniyle çocuklarını özel okullara taşıyorlar. Siyasal iktidar da özel teşvikler vererek bu okulları destekliyor. Özel okul öğrencilerinin üniversite giriş sınavlarında kamu okullarına göre daha başarılı olduğunu görüyoruz. Parası olanların eğitim hakkını gerçekleştirdiği bir ülkede asla adalet duygusu gelişemez. Siyasal iktidar okullar arası ayrımcılık yaparak imam hatip okullarının tüm gereksinmelerini karşılıyor, öğrencilerin bu okulları tercih etmesi için her şeyi yapıyor. 2023 rakamlarıyla imam hatip okullarının diğer okullara oranı yüzde 14’e ulaşmış durumda. Yine benzer şekilde her yıl İlahiyat ve İslami Bilimler fakültelerine yaklaşık 30 bin öğrenci kayıt yaptırıyor. Bu okulları bitirenlerin diplomaları kamuda adeta işe girmek için bonservis işlevi görüyor. Siyasal iktidar bu politikalarıyla Cumhuriyet kazanımlarına karşı olan kendisine uygun geniş bir seçmen tabanı yaratmayı hedefliyor. Bu yaklaşımların ülkeyi kutuplaştırdığı, eğitim politikalarıyla iki farklı insan yaratan ayrıştırıcı bir süreç ürettiği çok açıktır. 2024 verilerine göre, açık öğretim lisesinde okuyan öğrenci sayısı 1 milyon 750 bine ulaşmıştır ve önümüzdeki eğitim öğretim yılında bu sayının daha da artması beklenmektedir. Kimler açık öğretime geçiyor: Yoksullar ve kızlar. Açık lise, öğrencilerin örgün eğitimden uzaklaştırarak eğitimin toplumsallaşma hedefini yok etmektedir.
SONUÇ
Türkiye son yıllarda tümüyle toplumsal eşitsizliklerin-adaletsizliklerin yaşandığı, değerlerin alabora olduğu, toplumsal çürümenin tavan yaptığı bir ülke oldu. Gelir dağılımında yaşanan eşitsizlikler eğitim alanını çarpan etkisi yaparak etkilemekte, büyük eşitsizlikler üretmektedir. Eğitim hakkı hayata geçmemekte, laik-bilimsel eğitim büyük sekteye uğramaktadır. Yargıda, ekonomide, eğitimde, kamu kadrolarında eşitsizlik üreten bu politikalar ülkenin geleceğini tıkamaktadır. Bu durum sürdürülebilir, rasyonel bir süreç değildir. Güncel talep olarak okullarda çocuklara bir öğün yemek verilmelidir. Öğrencilerin her tür okul masrafı bakanlıkça karşılanmalıdır, ağır aksak çalışan taşımalı eğitime son verilerek köy okulları açılmalıdır. Hayat ve yaşananlar ülkemizin aydınlık geleceği adına akıl ve bilimden yana, kamusal nitelikli eğitimden, Cumhuriyetten, demokrasiden, emekten, hukuk devletinden yana tüm demokratik güçlerin dayanışmasını zorunlu kılmaktadır. Öğrencilerimize ve öğretmenlerimize yeni öğretim yılında başarılar diliyorum.
Yorum Yazın