Geçen hafta, Can ( Pulak) Ağabey, seni almaya geliyorum; hazır ol, dedi. Nereye, diye sormadım. Çünkü onun beni mutlaka güzel bir toplumsal olay ya da etkinlikle buluşturacağından emindim. Araba Turgutreis yoluna girince de amacını anlayıverdim.
Bodrum Sağlık Vakfı, Bodrum’un yüz akı merkezlerinden biri. Orası, gönül erlerinin insana, “Hayat verince, paylaşınca güzel.” düsturunu öğrettikleri bir yer. Orada, çocuklar ve gençler, yaşama yapabilecekleri bir noktadan tutunma yollarını öğreniyorlar.
Çinli Kuan Tzu ne güzel söylemiş. Kaç kez yazdım, yine yazıyorum ve yazacağım:
Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek,
Ağaç dik on yıl sonrası ise tasarladığın,
Ama yüz yıl sonrası ise düşündüğün, halkı eğit.
Bir kez ürün verir ekersen tohum,
Bir kez ağaç dikersen on kez ürün verir
Yüz kez olur bu ürün eğitirsen halkı.
Balık verirsen bir kez doyurursun halkı,
Öğretirsen balık tutmasını hep doyar karnı.
Yine aykırı yolların yolcusuyum, farkındayım. Kalem yine bildiğini yazacak yine ve diyecek ki:
Halkı eğitmek de neyin nesi oluyor şimdi. Onlar doğuracak, devlet doyuracak. Sonra “Allah sizi başımızdan eksik etmesin!” diye efendilerine dualar edecekler. Bu duaların Allah katında kabulü için de dini bütün olmak gerekir. Bir tel saçın bile günahlara vesile olabileceği asla akıldan çıkarılmayacak. Elektriklerin kesilmemesi, topun kaleye girmesi için yatırlara kurban kesilecek, nefesi keskin hocalardan okumalar üflemeler istenecek. Mehmet Akif baş tacı edilecek; ama onun:
İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin;
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!
dizelerinin anlamı üzerinde bir dakika bile düşünülmeyecek.
Tanzimat dönemi yazarlarından Direktör Ali Bey, Lehçe’t -ül Hakayık adlı mizahi sözlüğünde “cüce” sözcüğünü “Büyük adamların yakından görünüşü.”olarak açıklar. Bir dev gibi gördüğümüz birçok ünlüyle yüz yüze geldiğimizde ne denli sığ, sıradan olduğunu görüp büyük hayal kırıklıkları yaşayanımız az değildir.
Günlük yaşamda karısına kızına, kardeşine akıl almaz baskıları yapanların, konuşmaya geldiğinde ne denli özgürlükçü, demokrat, feminist kesildiklerine kaçımız tanık olmamışızdır ki!
Her gün barut fıçısı kaç insanla yüz yüze geldiğimizi hiç düşünüyor muyuz?
Yalanı, riyayı talanı yaşam biçimi edinmiş tanıdığınız yok mu hiç?
Yoksa siz de benden sonrası tufan diyenlerden misiniz?
İnsanlar tanırım, yüzündeki sivilce için kahrolur.
İnsanlar tanırım, derdi boyu posudur.
İnsanlar tanırım leblebiden nem kapar.
“Yüz, yüreğin aynasıdır” deyip yüzlere bakarım. Doğrusu, yıkık kaşlı, asık suratlı insanlara merhaba demekten korkarım. Bilirim ki o kişinin içinde bir kavga vardır. Her an sizi de öfkesinin düdenlerine çeker. Biz Yunus’un:
Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil.
Yetmiş iki millet dahi,
Elin yüzün yumaz değil.
dizelerini okusak, yağmur sonrası çıkıveren güneş edasıyla, öfkenin bir sanat olduğunu söyleyiverirler. Kafamız allak bullak olur.
Bugün Dünya Engelliler Günü.
İyi de engelli kimdir?
Uzvu noksan olan mı?
Zihni kendisini tehlikelerden koyabilecek yeterlilikte olmayan mı?
Geçelim bunları. O insanların engelleri yalnız kendileri içindir. Siz, kendisini dev aynasında gören cücelere bakın. Asıl engelli olan onlardır.
Görmek, sevgi kantarının topuzudur. Sevgimiz bolsa, en uzak, en yabancı bildiklerimiz bile yakınımızdadır. Sevgimiz çıkarlara bağlıysa, yakınımızdakiler bile bize uzaktır: yalnızızdır.
Geçen hafta, Sağlık Vakfında yattığı yerden tek eliyle timpani çalan cam çocuk Niyazi’nin hayata bağlılığıyla gözlerim dolmuştu. Dün akşam Engelliler Meclisimizin düzenlediği gecede ZİÇEV’in ( Zihinsel Yetersiz Çocukları Yetiştirme ve Koruma Vakfı) eğittiği yürek zengini onlarca gencin içten eğlenmeleriyle coştum ve Kuan Tzu’yu bir kez daha anımsadım.
Dedim ki, “Sosyal özürlülerin cirit attığı bir toplumda bize ışık tutan, yol gösteren Niyaziler’e ve onlar için gecesini gündüzüne katan gönül erlerine ne denli teşekkür etsek azdır. “