Muğla
BIST9833.22
DOLAR34.0692
EURO37.7489
ALTIN2730.4
BTC/USD57646.841
Beyza YANAR

Beyza YANAR

Mail: beyza@demecgazetesi,com

Atatürk İlkokulum

Bana memleketimi sevdiren ana baba sevgisidir. Yatağan’da çok güzel bir çocukluk geçirdim. Yaşam 1990’larda çocukluğumda hakikaten de ne kadar güzeldi meyveleri ne denli tatlıydı… Ayakları yere bastığı kadar, alın teri ve emeği kadar derinlik kazanır ya insan, hayalperest de olsam daha o yaşta hayatımın biricik gayesi vardı: okumak. Küçücük ellerimle dedemin ellerini tutup yürüdüğümde hayatta en önemli şeyin sonsuza kadar defterimizin arasında saklayacağımız gerçeklik cevherini elinde tutmak olduğunu bilmeden bilirdim. Dedem bir elinde yemek sepeti bir elinde benim minik ellerim okulun o yaşta çocuk nispetinde sınırlandırılmış ancak çocuklara çok büyük gözüken bahçesinde zeytin ağacının gölgesinde beni bekler, benim dersten çıkmamla birlikte dedemin evinin yani onun deyimiyle evimizin yolunu tutardık. Her gün babaannemde onun çocukluğundan beri öğrenip yaptığı yöresel yemekleri yer içerdik. Babaannem öylesine candan bir insandır ki bizi nasıl sevdiğini bilmek için Nebiköy’ün çaylarını, şırıl şırıl akan derelerini, pınarlarını hatırlatan zümrüt yeşili gözlerine bakmak, insanın yüreğine işleyen seslenişini duymak yeterdi. İkisi de bir insan torunlarını ne kadar sevebilirse bizi o kadar severlerdi. Babaannem yemekten önce yoğurtlu salçalı ekmek hazırlar, biz hükümetin bahçesinde oynarken komşularla peşimizden koşturur, dedem bize hadi artık ders çalışın diye kızıncaya kadar çizgi film izlerdik. 1926 doğumlu kardeşimi ve beni büyüten, her geçen yıl sevgimizin ve özlemimizin katlanarak arttığı dedem Mahmut Yanar Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmen olarak hiç şüphesiz Cumhuriyetin ve Türk modernleşmesinin çocuğuydu; köyde 3 sınıflı okul olduğu için 4. ve 5. sınıfı okumak uğruna Nebiköy’den Yatağan Atatürk İlkokulu’na yürüyerek gitmiştir. 
Atatürk İlkokulu tarihiyle, mimarisiyle, bahçesinin tanıklık ettiği en mutlu yıllarım dediğim çocukluğumla dedemin ve kardeşimin de okulu olmasıyla, benim birinci sınıfı okuduğum okul olmasıyla bende çok derin izler bırakmıştır. Simetrisiyle, eksenselliğiyle Türk Neo-klasisizmi özellikleri gösteren, masif etkiye sahip simetrik kütle düzenlemesiyle, anıtsal giriş cephesiyle, köşetaşı kullanımıyla 1927’ye tarihlenen bu yapı yüksek tavanlıdır ve sivri kemerlerinin silmelerinin saçaklarının işaret ettiği gibi, strüktürün dışavurumu demek olan brutalist bir mimari ifadeye de sahiptir. I. Ulusal Mimarlık Akımı (Neoklasik Türk Üslubu) 1908’de II. Meşrutiyet’le başlayarak Cumhuriyet’in ilanına kadar Osmanlı canlandırmacılığının dini mimari öğelerini kullanmış, Cumhuriyet’in ilanıyla bu öğelerin yerini Türklüğün öz değerleri, modern çok daha sade yorumlar ve kompozisyonel çizgiler almıştır. 
Atatürk İlkokulu binası Atatürk Caddesi yönünde çevrelendiği çamlık peyzajıyla öylesine bütünleşmiş ve öyle görkemlidir ki insan şöyle bir bakmadan geçemez. Cumhuriyet’ten kalma bu tarihi bina Erken Cumhuriyet Dönemi yıllarının hafızasının somutlaştığı bir eser ve Kemalist Devrimi simgeleyen bir belge olarak sorumluluğunun farkında dimdik duruyor. Devrimle birlikte en küçük yerleşim biriminde dahi ortasında bir Atatürk heykeli olan, hükümet meydanına bakan, cephesinde Atatürk’ün sözlerine yer veren hükümet binaları her şehir ve kasabada devletin varlığını temsil etmiştir, postaneler Ankara’nın uzantısı gibi memleketin her noktasına başkentin uzanmasını ve eşit uzaklığını simgelemiştir. Atatürk İlkokulu, kentsel bütünlüğün ve bağlamın bir öğesi olarak ilçemize ruhunu ve kimliğini veren belge olarak zamana direnme sorumluğunu taşıyan, insan dehasının eseri bir binadır. Atatürk İlkokulu ve güzelim Hükümet binası aynı yolun iki yakasında birbirlerine bakarlardı. İlkokuldayken bir arkadaşım bana bu binayı mı yoksa yeni modern binayı mı daha çok sevdiğimi sormuştu. Ben yeni binanın modernliğine, yalınlığına, dürüst ruhuna, ferah sağlıklı aydınlık sınıflarına, büyük pencerelerine ve en önemlisi çıkışlarda şen şakrak biriktiğimiz merdivenlerine hayrandım. Tarihi bina ise ağır masif görünümlüydü, çocuksu kemerli pencereleri ne kadar bizimle oyunlara katılmak istese de bina yerinden kımıldamıyordu. Okulların bu ilki, en güzeli çocuklarımızın da biricik okulu… Alfabeyi öğrenmeye başladığınız okulu unutabilir misiniz? İlk sıraları doldurduğumuz, bitmeyen, bitmeyecek bir sevgiyle sevdiğimiz Atatürk İlkokulumuz… 
Geçen gün evimize döndüğümde balkonumuzdan baktım okulumuza doğru. Yine çocukların sesi geliyordu. Şimdi düşünüyorum da biz çok şanslı bir nesiliz kardeşimle, bizden sonraki nesiller bizim gibi bir çocukluk yaşayamadı. Biz teneffüsler için okula gider, bu arada çok da iyi matematik, tarih ve Türkçe öğrenirdik; oyunlarımız da derslerimiz kadar yaratıcıydı, öğretmenlerimiz zeytin ağacının altında teneffüste bile bize göz kulak olurdu. Yakar toplar, saklambaçlar, taş kaydırmalar, ip atlamalar…vazgeçilmez oyunlarımızdı. Kızlar ip atlamayı çok severdi, ipler sıranın altında saklanır zil çalmadan bir dakika öncesi dışarıda ip atlamak için hazırlanırdık. Botlarımızın konçlarına kadar tozla evimize dönerdik. Annem her gün “Bu botlara ne oldu kızım sabah yeni temizlemiştim” derdi. Sınıfımızdaki sobanın yanına oturduğumda yüzümün yarısı ısınır yarısı buz gibi kalırdı. Arkadaşlarım benim sürekli sobanın yanını işgal ettiğimden şakayla karışık bahseder, “Öğretmenim Beyza yüzünden ısınamıyoruz” derlerdi. Şimdi İmam Hatip olan o zamanın Kız Meslek Lisesi’yle Atatürk İlkokulu Bahçesi arasında ızgara bir tel vardı, o teli büke büke Kız Meslek Lisesi’nin ön bahçesindeki salıncaklara tahterevallilere ulaşırdık. Okulda küme yapardık, sıralarımızı simetrik birleştirirdik, masa örtüleri alır onları her hafta sırayla yıkardık. Mon ami pastel boyalarımla hep birlikte resim yapardık, resim öğretmenimiz kolektif resim yapmamıza izin verirdi. İlkokula başlayınca önce üniformalarımız değişmişti, her pazar günü ütülenen ve üniformayla askıya asılan yakalarımız desen desendi, köyden gelen öğrencilerin yakaları çok daha güzeldi, daha ince el işi, iğne oya işlemeli olurdu. Anlatabildiklerim, kâğıda dökebildiklerim benim önce aileme sonra ailem sayesinde memleketime sınıf arkadaşlarıma duyduğum sevgi yanında çok minik kalmakta. Yine de farklı şeyler anlatsa da bahsi geçen herkes kelimelere değerini katan bir mırıltının, kelimelere dökülemese de herkesin aynı şekilde duyumsadığı bu mırıltının hayatımızın su gibi akışının ezgisi olduğunda hemfikirdir.
 

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar