Bizi sürükleyen şeyler var yaşam kıyısına. Bir deniz gibi meçhul ve dalgalıdır bu. Bilmediklerimiz evrenimiz, bir sırrı çözmek için çırpınıp dururuz.
Her birimizin farklı denizi, ben hayatı alabora olmadan yazmayı severim. Yaşantımdan yola çıkarak birkaç kelime edebilirim. Nitekim çok bildiğimden değil, çok vurduğumdan kıyılarına. Umutsuzluk ve mutsuzluklardan çıkarak vardığım yerden şikayet edemem. Bu haksızlık olur mutluluklarıma. Ama buna yenik düşerim huysuz zamanlarımda. İnsanoğlu değil miyiz? Bir dalga yeter tüm o maviliği bulandırmamıza, öylece ona ansızın bile olsa hapsolmamıza. Bilerek ya da bilmeyerek bunu yaparız. Zaman geçer, yelkenlilerimiz savrulur ama battık deriz tekrar toplamaya çalışmadan. Güneşli günlerimizi unutmaya yeterlidir bir neden. Peki biz onun kıyısına ulaştığımızda hangi rengiz? Hangimiz nerede, nereye gitmekteyiz? Biraz mutluluk için çırpınıyoruz sözde bu kadar umutsuzluğa batmışken nasıl? Sonra kaçırdıklarımızı bir sır gibi arayacağız. Denizimiz bir dalgalı, bir durgun. Yaşamakta bu aslında farkında olamasak da. Sorguladığım hayat bile bu sırrın peşinden gitmekte. Boşuna değil ben inanıyorum, çırpınışlarımızı seyrediyorum. Bunun için bile farklı sorularımız ve zamanlarımız. Yine de gitmemiz gereken yerler var. Bir sırrın denizi açacaktır ufkumuzu.
Bildiklerimiz ezberimizde, bilmediklerimiz ömrümüz. Her bir sorumuz dahil yaşamaya. Zira tüm bu sözlerim umutsuzlukla ya da mutsuzlukla umudun yolunu bulanlara değildir. Yine de düşersek bir gün o kuyuya, unutmayalım onu bulacağız. Bilmesek de sırrını, yelkenlerimiz elbet o kıyılardan birinde duracaktır. Ait olduğumuz, umduğumuz mutlulukla, bilmediklerimizle ve bildiklerimizle o çok hayal ettiklerimizde ya da ne dersek diyelim bizimle, bizim evrenimizde…