Muğla
BIST10.859
DOLAR41.7008
EURO48.9299
ALTIN5271.6
BTC/USD123539.63
Hamdi TOPÇUOĞLU

Hamdi TOPÇUOĞLU

Mail: egerem@yahoo.com

HAYATIMIZDAN BİR GÜDÜK DAHA GEÇİP GİDERKEN

  
 
       KARDEŞŞŞ!
 
Bargilya sırtlarında dolaşırken  inşaatlarla fırdolayı kuşatılan Tuzla’nın imdat çığlığını her dakika kalbimde hissettim. Tuzla  bataklığına koca koca binalar dikiyorlar.  Gören çok, hesap soran yok…
 
Bu yıl, kış ortasında bahar yaşıyoruz. Sanki her gün nisandan bir gün. Allı turnalar çok kalmaz artık burada. Bu sıra dışı değişimlerden en çok onlar endişeli olmalı.
 
Yanı başımda İsmet Kaptan var.
 
“Bu yaz yandık. Bu sıcak havalar, yazın denizin fırtınalı olması demektir.” diyor.
 
İçimden “Doğa,  La Nina cüppesini giyerek biz katliamcılarını cezalandıracak.” diye geçiriyorum.
 
“Guk guk! Guk guk!”
 
Kulak kesiliyoruz. Ses,  yukarıdaki zeytin ağaçlarının arasından geliyor.
 
“Guguklar da gelmiş.” diyor bir arkadaş.
 
“Yanlış bir yuvaya bırakılmış bir yumurtanın ürünü de olabilir.” diyor bir başkası.
 
İster, üvey annesinin ağaç kovuğundaki daracık yuvasına mahkûm bir guguk olsun, ister göçten dönsün bu havalar normal değil.
 
“Guguk guk
yağ döktük
Kim döktü?”
Ya da
Gukguk gukguk
Kim vurdu
Ben vurdum
Kim öldü…
 
Adına ister guguk, ister dukkuk, ister pepuk diyelim, onun masalında  baskı ve korku yüzünden kardeşin kardeşi öldürmesi ve pişman olup böyle yana yakıla ağıt yakması anlatılır.
 
Boşuna dememiş eskiler: Kardeş kardeşi, bıçaklamış, yar başında kucaklamış.
 
Nedense böyle zamanlarda Yaşar Kemal’in  Demirciler Çarşısı Cinayeti adlı romanındaki Emir betimlemesi aklıma gelir:
 
“… insanın bir elini candan tutuşu, bir kardeş deyişi vardı ki dünyanın tekmil sevgisi bu adamın
yüreğinde cem olmuş sanırdın. Bir kardeş derdi ki, ağzından bin kardeş sözcüğü çıkardı.”
 
Kardeş, zor zamanların sözcüğü.
 
 
 
 
       “KÖYLER YÜRÜYÜŞÜ” NE DEVAM
 
 
Bodrum, bizi bayraklarla karşılıyor. Seçime daha çok var; ama bu kez yarış zorlu. “Ben seçimleri demokrasinin düğünü olarak görürüm.” desem de kimilerinin, üç beş oy için üstümüzden rol çalmaya çalışmasını içime sindiremiyorum.
 
Keşke ağababalarının köyü ve köylülüğü bitirecek planlarını dile getirdiğimiz için bize hakaret etme basitliğini tercih edenler,  kendi çıkarları için her gece bir yasa çıkaran Başbakan’a, iki satır yazı yazarak Büyükşehir Yasası’na: “Hıfzısıhha Yasası’nın 246 maddesi, Büyükşehir Yasası’yla tüzel kişilikleri kaldırılan belde ve köyler için geçerli değildir.”  ibaresini eklettiriverseler.  
 
Keşke Sağlık Bakanı’na bir telefon açıp Dr. Osman Durmuş’un  Sağlık Bakanı olarak 2000 yılında gönderdiği genelgeyi de kaldırtıverseler..
 
Keşke Hal Yasası gereği pazara mal çıkaramayacak küçük üreticinin yaşaması için hangi çalışmaları yapıyorsunuz, diye sorsalar.
 
Keşke ABD’nin Irak’a savaş sonrası kabul ettirdiği tohum yasasının Türk Parlamentosu’nda  bir gecede kabul edilmesinin gerekçesini, Tarım Bakanı’ndan rica etseler.    
 
Biz de susarız,  yeni şehirli köylülerimiz de rahatlar.
 
Bunları yaparlar mı? Yaparlarsa kendilerine ilk teşekkür benden.
 
Yapmazlarsa!
 
Ben köy çocuğuyum. Dere tepe dolaşmaktan yılmam. Çiftçiyle, çobanla hasbıhal etmeyi de hayatımın en değerli işi bilirim. 
 
Yol nice uzun ve çetin olursa olsun “KÖYLER YÜRÜYÜŞÜ” ne devam…
 
GÜDÜK
 
Güdük, halk arasında yaygın kullanılan bir sözcük.
 
“ Eksik yanı olan, tamamlanmamış, kısa; kuyruğu kesik ya da kopmuş; yetersiz, sonuç vermemiş her şeye “güdük” diyor bu halk.
 
Aydın Karacasulular da hileci insanları “güdük” olarak nitelerlermiş.
 
Hileciliğin en geçerli değer olduğu günümüzde hilecilerin kişisel gelişimini tamamlayamamış olarak görülmesi ilginç. 
 
Anadolu’nun birçok yerinde de şubata  “güdük” diyorlar. Şubata güdük denmesi, elbette onun diğer aylara göre daha az gün sayısına sahip olmasından. Değilse şubat, doğanın büyük değişimlerini yaşadığı bir ay. Cemreler havaya ve suya (20-27 Şubat) bu ayda düşüyor. Toprağa düşecek olanın da eli kulağında (6 Mart). 
 
Bence, güdük diyerek şubata haksızlık ediyoruz. Keşke yaşadığımız ortamı  şubat ayı kadar değiştirip  dönüştürecek, uyandıracak gücümüz olsa; bizden sonraki zamana  şubat gibi umut taşıyabilsek.
 
Konda’nın yaptığı bir kamuoyu yoklamasında, bu halkın %70’i hiçbir zaman kitap okumuyor, % 70’ine yakın bir bölümü, evli kadınların çalışmak için eşlerinden izin alması gerektiğini düşünüyor, % 57’si, kadınların kolsuz bir üst parça giysi ile evden çıkmaması gerektiğine inanıyormuş.  % 88’imiz ülkenin demokratik sistemle yönetilmesi konusunda mutabık olmasına karşın % 48 gibi önemli bir bölümümüz, ordunun “lazım olduğunda” müdahale etmesi gerektiğini düşünüyormuş.
 
İnternet’te gazetelere göz gezdiriyorum.
 
Milli Eğitim Bakanlığı her liseye ibadethane zorunluluğu getirmiş. Spor salonu, kütüphanesi, sanat atölyeleri ve doğru dürüst fen laboratuarları olmayan liselere ibadethane pek de yaraşık doğrusu.
 
Gördüğü her yeri imara açan talancılar maşası bakan bir arkadaşına yakınıyormuş: “Bütün pis işlerini bana yaptırıyor. Bizi asarlar, hesabını kim verecek ya!”
 
Dün cemaate: ‘Siz ne istediniz de biz vermedik, size yaptığımız hizmetleri nereye koyacaksınız’ diyen başbakan bugün CHP ve MHP için ‘Paralel devlete teslim oldular,  iradelerini cemaate kiraya verdiler.’ demiş.
 
Ve bomba
 
Başbakanla oğlunun arasında geçtiği iddia edilen ses bandını dinliyorum.
 
Dönüp dönüp kendi kendime mırıldanıyorum: “Allah kimseyi bu hallere düşürmesin.”
 
Güdük siyaset, güdük toplum…
 
Şiir defterimi açıyor, okumaya devam ediyorum. Bu kez de Çek şair Petr Bezruc sarsıyor beni.
 
“Bensiz, ulusun çiçeği bensiz
Bensiz özgürlük, coşkunluk”
Deve dikenleri, yakıcı ısırganları
Gözyaşlarımı, dikenleri, fırtınaları hep söyledim.
Heyhat! Silezya’nın çocuğuyum ben
Öğrenemedim başka türlü konuşmayı
 
“Silezya” sözcüğünü çıkarıp “Muğla”, “Ege”, “Türkiye” sözcüklerini koyuyor, döne döne okuyorum şiiri.
 
Yazık ki böylesine güdüklükler karşısında şiir, bir sığınaktan başka bir şey değil.     
 
 
 
 
 
Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar