Bugünlerde Başbakan’ı dinlerken her seferinde dille ilgili bir sürü atasözü dilime dolanıveriyor:
“Bülbülün çektiği dili belasıdır.”, “Dilim giydirir bana kilim.”, “Dilim, doğradın beni dilim dilim.”…
Başbakan, insanları ötekileştiriyor, kalp kırıyor, can yakıyor. O dindar olabilir; ama aynı zamanda kindar. Gönül eri değil.
“Dil, yüreğin aynasıdır.” Bunu Başbakan da bilir elbette. Ama yürek, Yunus’un;
“Taş gönülde ne biter
Dilinde agu tüter
Nice yumuşak söylese
Sözü savaşa benzer.”
dizelerindeki yürekse, yazık ki dilden bal akmıyor.
Bu toplum, Başbakan’ın, “Ananı da al git!”, “Tokadı yediler”, “Beni ırgalamaz.”, “Eşek ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri”, “Onların köpekleri var, onla yatıp onla kalkarlar.”, “Bunlar komünist rejimin atık malları.” gibi özlü sözlerini elbette unutmamıştı. Ama onun, her içeni ayyaş olarak suçlamasının, gezi parkına çıkanları “çapulcu” olarak nitelemesinin akıl ve izanla ilişkisini kurmak hiç de kolay değildir.
Biz, “bu” ve “şu” sözcüklerini nesneler için kullanırız, insanlar için değil. Doğrusu ben, “bu adam”, “bu kadın” diye konuşanları kaş altından şöyle bir süzerim.
“Bu var ya, bu…”, “Bunlar var ya…”
İçinde küçümseme, alay, eleştiri, öfke anlamları barındıran bir söyleyiş olduğunu hangimiz bilmeyiz ki!
Birileri, Başbakan’a “Bunlar, diye küçümsediğiniz, öfkelendiğiniz bu meydanlardaki yüz binler Burak gibi Bilal gibi, Esra ve Sümeyye gibi, bu yurdun özbeöz çocuklarıdır diyebilmeli.
Birileri Başbakan’a, “Sen kim oluyorsun?”, “Senden mi izin alacağım!” tarzı söylemlerin, demokraside asla yeri olmadığını anımsatmalı.
Birileri Başbakan’a, ‘Onun yüz bin topladığı yerde ben bir milyon insan toplarım' veya ‘biz yüzde elliyi evlerinde zorla tutuyoruz' gibi sözlerle toplumu germenin, ayrıştırmanın ve tehdit etmenin aklıselim sözleri olmadığını söylemeli.
Birileri, sandıktan çıkmanın, Başbakan’a istediğini yapma hakkı vermediğini anlatmalı.
Bakın Türk Bilgesi Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig adlı eserinde bir Türk beyinde bulunması gereken nitelikleri nasıl anlatmış:
Asık yüz, kaba söz, kibirli tavır
Kişiyi incitir o yolda kalır.
Kabalık, aculluk, boş gevezelik
Uzak durulmalı bunlar basitlik.
Avam tabiatı, beye yakışmaz
Yakıştırsa eğer, değerli kalmaz.
Halkın kusurunu beyler düzeltir
Bey kusurlu olsa, kimler düzeltir.
Başbakan’ın üslubu olayları körüklüyor. Bu bir gerçek. Ancak eylemleri, Taksim Gezi Parkı’ndaki
iki ağaca ya da Başbakan’ın üslubuna bağlayamayız. Bu eylemlerden dersler çıkarmak ve geleceğe umutla bakmak istiyorsak özellikle Başbakan’ın olayların bu ülkedeki insan ve siyaset mühendisliğine başkaldırı olduğunu anlaması ve bu doğrultuda girişimler örneklemesi gereklidir.
Siz bu ülkenin eğitim sistemini kendi dünya görüşünüze göre yeniden kurgulayarak, Cumhuriyeti kuranlara savaş açarak, kimi değerleri yok sayarak, HES’lerle doğayı talan ederek, Büyükşehir yasasıyla köyleri bir gecede mahalleye çevirerek, Suriye’de, Libya’da emperyalistlerin maşalığını yaparak, bu halkın önemli bir bölümüne büyük acılar yaşatmış bir padişahın adını bir köprüye vererek kafanızdaki “ideal toplum”u kurmaya kalkışırsanız varacağınız sonuç budur.
Bundan bir yıl kadar önce bir dost toplantısında bir arkadaş, toplumun tepkisizliğinden
yakınmıştı. Sayın Yiğit Gülöksüz, her zamanki gibi gülümseyerek arkadaşa müdahale etmiş ve
“Halkın sağduyusu çok yüksektir. Kendi yaşam biçimine müdahaleye asla izin vermez.” demişti.
Bu ülkede, toplum mühendisliğine soyunanların da bu gerçeği bir daha düşünmelerinde yarar var.
Sayın Başbakan “Tencere tava, hep aynı hava.”dese de bu eylemler, hayat tarzına ve toplumsal değerlere müdahalenin kaçınılmaz sonucudur. Dileriz, demokrasimize köklü katkılar sağlar.