Bu hafta, dünya tarihinde oldukça önemli olayların gerçekleştiği bir hafta.
18 Mart Şehitler Günü' ydü. Devleti yönetenler, bir yanda son otuz yıldır verdiğimiz şehitlerimizin katiliyle pazarlık yaparken, bir yanda da Çanakkale'de şehitlerimizi andılar. Ne garip bir rastlantıdır ki; aynı gün, aynı saatlerde bu ülkenin birliğini korumak için kelle koltukta savaşan komutanlarımız için savcı, müebbet hapisler istedi.
Hazin mi hazin…
Kahredici mi kahredici…
“Ben barış sürecine çok inanan birisiyim. Daha demokratik açılım yokken, 'Bu çocuklar dağa kurşun atmak için değil, kayak yapmak için çıksınlar.' demiştim. Buna çok inanıyorum. Ama bunun doğrudan doğruya kendi yurttaşlarımızla, ya da BDP'yi muhatap alarak yapılmasını tercih ederdim. O figür(Öcalan), hiç bu işe dahil olmadan, parlamentodaki siyasi temsilcilerle yapılmasını tercih ederdim. Parlamentodaki siyasi temsilciler şimdi 'postacı konumundalar. O konumdan daha yukarıda bir yerde olmalılardı.”
Bu sözler benim değil; AKP'nin eski bakanlarından Ertuğrul Günay'ın.
Şair Ziya Paşa da 150 yıl önce;
“Eyvah bu oyunda bizler yine yandık
Zira ziyan ortada bilmem ne kazandık.”
demişti. Bilmem başka söze gerek var mı?
***
Bugün Dünya Şiir Günü.
Şiire 14 yaşında bulaştım. Yayımlanan ilk şiirim, 16 yaş şiiridir:
“Adın…
Bırakalım bunu
Ben sana Deniz diyeyim
Deniz ol
Hırçınlığınla
Hem de güzelliğinle
Sana bakayım denizi
Denize bakayım seni hatırlayayım.”
Ama şair-i azamı bol; şiir okuyanı olmayan bir ülkede şair olmayı bir türlü beceremedim.
Şiire tutkunum. Güzel bir şiirin, kırk yıl kölesi olurum. En acımasız hainlikleri, kalleşlikleri bile unutuveren belleğim, nedense yüzlerce şiirin tek dizesini bile unutmaz.
Şiiri bilirim; ama şiir üzerine vaaz vermem. “Bu dünyada her şeye don biçebilirsiniz; ama şiire asla!” demem bundandır.
Şiir, kendisini anlatmak için düzyazıya gereksinim duymaz. Şair-i azamlara önerim, bize şiiri anlatmasınlar; şiir yazsınlar.
Duyarlı, ince, derin... kısaca insana özgü bilcümle güzel değerin vücut bulduğu şeylere “şiir gibi” benzetmesini, yapmaktan çekinmem. Çünkü katillerin, hırsızların, hainlerin, kalleşlerin, yalancıların en amansız düşmanının şiir olduğunu bildiğimden şiir, en zor zamanlarımda, en güvenli sığınağımdır benim.
Bugün dünya şiir günü. Acaba diyorum, insanlığın yerlerde sürünmesinin nedeni, şiirini yitirmesi olmasın?
***
21 Mart Uluslararası ırk ayırımı ile mücadele günü.
1960'ın 21 Mart'ında, Güney Afrika'nın Sharpeville kentinde apartheid paso yasalarını protesto etmek isteyen göstericilere polis tarafından ateş açılınca 69 kişi can verir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1966'da bu günü ırk ayrımcılığıyla mücadele günü ilan eder.
Kimse kusura bakmasın. Binlerce yıldan bu yana sürekli göç alıp veren Anadolu'da ırk ayrımcılığı olmamıştır.
Batılı kilisesinin yanında camiyi, havrayı daha yeni yeni görmektedir. Oysa bu mabetler Anadolu'da binlerce yıllardan bu yana, yan yana var olmuşlardır. Bu topraklar camiden, havradan, kiliseden çıkıp bir çınar altında tavla oynayabilen insanların yurdudur.
Anadolu insanı, bir yudum suyunu, bir lokma ekmeğini aç susuz kalsa bile dini, dili, ırkı ne olursa olsun tanımadığı biriyle paylaşabilen; evinin en güzel odasını misafirine ayırabilen insandır. Çünkü o, “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır. “felsefesiyle yoğrulmuştur,
Bugün Atatürk'e ve savunduğumuz “Türk” kavramına ırkçı yaftası asmaya çalışanlar, bu kavrama, Türkiye gerçeğinden değil, Batı gerçeğinden bakanlardır.
Romantik Osmanlıcılarla ihtiraslı Panislamistler, bu “Oryantalist” bakışın bedelini geçen yüzyılda bu millete oldukça pahalıya ödetmişlerdi. Umarız karanlıkta duyduğumuz sesler, ödeyeceğimiz yeni bedellerin ayak sesleri değildir.